16 Eylül 2013 Pazartesi

AKP'NİN KATİLLERİ KAFA KESİYORLAR!

 
 
 
AKP'NİN KATİLLERİ,
Alevi bir gencin kafasını vahşice kesiyorlar....
Bu videoyu paylaşmamak için çok direndim..
Ama insanlık bu vahşeti kesinlikle görmeli..
İŞTE NUSRA KATİLLERİ..

15 Eylül 2013 Pazar

SIKI DUR MERDAN, YANINDAYIZ

 

 
 
 

                      Sıkı dur MERDAN, yanındayız ve direneceğiz!

Bu gün eksik uyandım. Dostumu adeta kendi ellerimle tutsaklığa bıraktım. İçim acıdı. Yaşamı boyunca hep devrimci saflarda olmuş, kimliğini her koşulda sosyalist olarak ifade etmekten çekinmemiş ve muhalif olarak yaşamayı bayraklaştırmış bir insanın “darbeci” suçlamasıyla içeri atılması, ceza alması daha bir acı.

Devrimcilerin, sosyalistlerin hep bir ayağı mahkeme kapılarında, cezaevlerinde olmuştur. Bunu her devrimci, muhalif olmanın, düzene karşı olmanın, özgürlüklerden ve vicdandan yana olmanın mücadelesi olarak görür ve yaşar. Tutsaklık yaptırımına boyun eğmez.

Merdan Yanardağ’da bükülmedi. Susmadı, geri adım atmadı. Çizgisini bozmadı.

AKP diktatörlüğüne karşı direndi, 12 Eylül Askeri darbesine direndiği gibi. Gericiliğin yaşamın her alanını kuşatmasına karşı, demokratik değerlere karşı girişimlerine ve özgürlüklerin adım adım kısıtlanmasına karşı duruş sergiledi.

Merdan’ın bedeli tutsaklık olarak kesildi. Düzmece mahkemelerde, düzmece kanıtlarla, düzmece bir örgütün elemanı yapılarak, boynuna 10 yıl gibi bir tutsaklık yükü asılarak yaşamdan koparıldı.

Sussun istiyorlardı, gerilesin, biat etsin. Gericiliğin karşısında demokrasinin ve özgürlüklerin sesi olmasın istiyorlardı. Yurt gazetesinin muhalif yükselişini durdurmak istiyorlardı. Gerçekleri halka anlatarak, AKP diktatörlüğünün gerçek yüzünü tüm dünyaya göstermeye çalışan Yurt Gazetesinin başındaki adamın, koparılıp alınması gerekiyordu. Bir direnç odağı çökertilmeliydi. Susturulmalıydı, pek çok medya organı gibi yandaşlaştırılmalıydı. Olmadı dağıtılmalıydı.

AKP yaşamın her alanında toplumsal cinayetler işliyor. Onlarca yıllık birikimleri bir çırpıda harcayarak, toplumu kendi gerici ideolojisi ekseninde yeniden biçimlendirmek istiyor. Hukuku katletti, üniversiteleri katletti, eğitim sistemini katletti, halkın sosyal değerlerini katletti,  barış ortamını, katletti,  gerçeği, dürüstlüğü, samimiyeti ve dostluğu katletti. İnsanı katletti. Halkın umutlarını, gelecek beklentisini katletti. Bir bütün olarak yaşamı katletti.

Her dikta kendini egemen kılmak için direnç alanlarını yok eder. Yaşamın her alanını kendisine göre yeniden biçimlendirir.  Kendi iktidarını güvence altına alacak yasal düzenlemeler yaparak, eylemlerine yasal dayanak oluşturur.

Diktatörlüğe karşı direnmek insanlık görevidir.  Her insana düşen doğal haktır. Her insan çocuklarının ve kendisinin geleceği için mücadele etme ve umut duyma hakkına sahiptir.  AKP Türkiye’nin değerlere ve insanlarına yönelmiş bir diktatörlüktür. Ve kesinlikle AKP diktatörlüğüne karşı direnmek meşru ve en temel haktır.

Direnmeye devam edeceğiz. Yaşamın her alanın da AKP iktidarına karşı tüm bilgi, birikim ve olanaklarımızla direneceğiz. Cinayetlere izin vermeyeceğiz. Susmayacağız, boyun eğmeyeceğiz ve korkmayacağız. Bu adalet katillerinden kesinlikle hesap soracağız.

Sıkı dur Merdan yanındayız.  Susmayacağız ve direneceğiz!
 ÖMER ÖDEMİŞ-15/09/2013

 

13 Eylül 2013 Cuma

Teröristler nasıl kimyasal elde ediyorlar!


 

 

 'Kimyasallar’ terör örgütlerinin eline nasıl geçiyor?
 
 
Geçtiğimiz Mayıs ayında Adana'da yapılan El Kaide operasyonunun ardından savcının hazırladığı iddianamede çarpıcı bilgilere yer verildi. İddianamede, El Nusra ve Ahrar-ı Şam örgütlerinin Türkiye'den büyük miktarda sarin gazı ile kimyasal silah yapımında kullanılan madde temin etmeye çalıştığı belirtildi. İddianamedeki detayları Rusya’nın Sesi Radyosu’na değerlendiren Yurt Gazetesi Yazarı Ömer Ödemiş, Türkiye’ye yönelik tehlikelere de dikkat çekti.
 
Adana’da Mayıs ayında 11 El Kaide militanına karşı yapılan “sarin gazı” operasyonuna ilişkin iddianamede ilginç detaylara yer verildi. İddianamede, militanların “sarin gazı” yapımında kullanılan kimyasalları Türkiye’den temin ettikleri belirtildi. Sanıklar ifadelerinde temin edilen kimyasallarla “sarin gazı” üretemediklerini söyledi. Ancak savcı şüphelilere ilişkin “Temin etmeye çalıştıkları maddelerin sarin gazı oluşturulabileceğini bilmediklerinin doğru olmadığı” değerlendirmesini yaptı. Operasyonun ardından, örgüt lideri olarak gösterilen Suriyeli 35 yaşındaki Hytham Qassap dışındaki tüm sanıklar savcılık sorgusunun ardından tahliye edilmişti.
İddiaları gündeme ilk taşıyan Yurt Gazetesi Yazarı Ömer Ödemiş, iddianamedeki detaylara ilişkin Rusya’nın Sesi Radyosu’nun sorularını yanıtladı.
 
“20 TON SARİN GAZI TALEBİ”
İddianamede neler yer alıyor?
 
Bu iddianamenin içinde kimyasal silah yapımında kullanılan malzemelerin temin edildiği ve bu malzemelerin kimyasal yapımında kullanılacağının telefon kayıtlarıyla tespit edildiği ve bunların Suriye’ye Türkiye’den taşınacağı çok net bir şekilde yer alıyor. Ancak 200 litre kadar bir kimyasal var. Ama temin edilmeyip de talep edilen yaklaşık 20 ton kadar. Bunların hepsi telefon kayıtlarından iddianameye girmiş durumda.
 
SURİYE KİMLİKLİ 1 KİŞİ CEZAEVİNDE
 
Bunlardan 5 kişi bu olaydan dolayı gözaltına alınmış. Bunlardan Suriye kimlikli olan bir kişi hala içeride yatıyor. İddianamede detaylar veriliyor ancak polis kriminoloji raporunda şöyle bir ifade var: Bu kimyasal maddeler yan yana getirildiğinde sarin gazı olabilir. Sarin gazı zaten tek başına bulunan bir gaz değil. Yan yana getirildiğinde oluşturulan belli kimyasalların yan yana getirildiğinde oluşturulan bir şey. Bu maddelerin o amaçlı temin edildiği, kimyacılar tarafından, sarin gazı ortaya çıkacağı çok net bir şekilde belirtiliyor. Bu amaçla tedarik etme çalışmaları da zaten telefon konuşmalarından ve kendi ifadelerinden, itiraflarından çok net anlaşılıyor. İddianamenin çerçevesi bu.
 
“YURT GAZETESİ OLARAK UYARMIŞTIK”
 
Ancak burada daha önemli bir husus var. Biz bu kimyasal maddeler yakalanmadan çok önce 7 Aralık tarihinde Yurt gazetesinde bir haber yapmıştık. Haberde, “Türkiye’de Gaziantep’de sarin gazı üretiyorlar” demiştik ve devleti uyarmaya çalışmıştık.
 
“KİMYASALLAR TAVŞANLAR ÜZERİNDE DENENİYOR”
 
Bir video o zaman elimize geçmişti. Bu videoda, Bursa’da bir fabrikadan alındığı belli olan belirli kimyasal maddeler karıştırılarak gaz üretiliyor ve gazlar da tavşanlar üzerinde denenerek test ediliyordu.
 
KİMYASALLARI NASIL TEMİN ETTİLER?
 
O kimyasalı üreten fabrikalarla iletişim kurmuştuk “Sizin gazlarınız bu güçlerin eline nasıl geçiyor? Bunlar izne tabi kimyasallar” dediğimizde “Biz son tüketiciye doğrudan mal satmıyoruz. Bölge temsilciliklerimiz var. O temsilciliklerimizde de bu maddeleri alma yetkisi olan firmalara satış yetkileri var” denmişti. Fabrikanın açıklamasından anladığımız, bu kimyasallar, satın alma yetkisi olan belirli kurumlar üzerinden çıkartılarak temin edilmiş. Bunlar hastaneler ya da kimya laboratuvarları gibi. O dönem 7 Aralık tarihinde test edip kullanma yemini ettikleri gazı ürettikleri ve daha sonraki süreçte kullandıkları ortaya çıkıyor. Adana’da yakalananlar da zaten bu malzemeleri Gaziantep’ten temin ettiklerini söylüyorlar. Gaziantep üzerindeki firmalardan alınmış. Bu iki haberi birleştirdiğimizde, iki farklı durumu, 7 Aralık’ta yaptığımız haberin peşine düşülüp de sağlıklı olarak hukuki bir soruşturma yapılmış olsaydı daha sonra Adana’da ele geçirilen o kimyasallar ortaya çıkmazdı. Suriye’de kullanıldığı söylenen o kimyasallara müdahale edinilmiş olunurdu.”
 
“MAHKEME BU KİŞİLERİ SERBEST BIRAKABİLİR”
Bundan sonra neler olacak?
 
Bunlar zaten Suriyeli. Bunların hiçbir yasal durumları yok Türkiye’de. Yasal girişleri dahi yok. Mahkeme bu kişileri “Biz kimyasal madde aldık sadece, biz yapmayacaktık dediğinde salıverecektir büyük bir ihtimalle. Bir kısmını tepkiler yoğun diye biraz tutacaktır. Sonuçta önemli olan mahkemenin olaya nasıl baktığı ve hangi noktadan baktığı. Mahkeme bunları “sadece ayrı ayrı maddeler alan ve izinsiz taşıyan, temin edenler” olarak değerlendirirse kısa bir süre sonra salıverilecektir. İnsanlık suçu işleme niyetiyle harekete geçmiş bir yapıyı tahliye ederek aramıza salacaktır. Cezaevinde sadece Ethem Kasap adlı bir Suriyeli yatıyor.
 
TÜRKİYE AÇISINDAN SAKINCALI BİR DURUM VAR MI?
“Türkiye kimyasal silah yapımında kullanılan maddeleri Suriye’ye temin ediyor gibi bir imaj oluşuyor mu? Türkiye açısından da sakıncalı bir durum var mı burada?
 
Bir kere Türkiye’de üretiliyor, Türkiye’de bu maddelerin bulunması başlı başına Türk insanları açısından çok ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bu insanların yalnızca orada kullanacaklarının bir garantisi yok. İkinci açıdan baktığımızda bu insanlık suçu zaten. Hangi ülkede, hangi amaçla, hangi insana karşı kullanacakları çok önemli değil. Özellikle Hatay, Adana, Gaziantep, Urfa gibi sınır bölgelerinde hukuk tanımıyorlar. Silahla dolaşıyorlar, sağa sola gidiyorlar, yasağa giriyorlar-çıkıyorlar karşı tarafta katliam yapıyorlar, malzeme götürüyorlar, silah götürüyorlar. Ve biz bağırıyoruz “Türkiye bir hukuk devletidir, bunlara izin vermemeli “diye. Kimse dinlemiyor. Tabi bunların bir bedeli kaçınılmaz olacak gibi görünüyor.
 
“EL KAİDE VE NUSRA BİR GÜN TÜRKİYE’YE DE SALDIRABİLİR”
 
Yarın bir gün “El Kaide, Nusra seni almıyoruz” dendiğinde bu insanlar Türkiye’de eyleme geçebilecek kapasitede. Gizli ölü hücreler oluşturduklarını da tahmin ediyorum. Bir gün Türkiye halkına ve Türkiye devletine de çok rahatlıkla, pervasızca da yönelebilirler. Peki yöneldiklerinde şuan rahatlıkla elde ettikleri ve de üretebildikleri o gazlar ne olacak? Kullanmayacaklarının bir garantisi yok, çünkü bu insanlar, kafa kesen, vahşete varan cinayetler işliyorlar. Hiçbir ideolojik ve siyasal formasyona uymayan insanlar. Ne olacak? Türkiye halkını böyle bir vahşetle, böyle bir vahametle karşı karşıya bırakmanın siyasal sorumluluğunu kim üstlenecek? Sıkıntı burada.”

11 Eylül 2013 Çarşamba

Ve biz, Bugün de öldük!


 
                       Bugün de ÖLDÜK

Bir genç daha polis saldırısıyla yaşamını yitirdi. Ahmet ATAKAN. Henüz 22 yaşında, ülkesi ve demokratik talepleri için, direnen ODTÜ’lü gençlerin yanında olmak, Tuzluçayır halkının direnişine omuz vermek için çıktığı sokaktan geri dönemedi. Üniformalı saldırganların yeni ölüm silahının ateşiyle can verdi. Yakın mesafeden ateşlenen Gaz fişeği, Ahmet’in kafasına isabet etti. Ardından dengesini kaybeden Ahmet Atakan’a Akrep denilen polis aracı çarptı. Ahmet oracıkta yığıldı kaldı.
Antakya Armutlu da ilk düşen Ahmet değildi. Abdullah’da aynı mahallede, Ahmed’in düştüğü yerin birkaç metre ilerinde düşmüştür.  İsmail’in Eskişehir’de düştüğü haberi Antakya’ya ulaştığında, halkın yüreğinde acıya yer kalmamıştı artık. İnsanlar metanetlerini korumaya, acılarını, yüreklerinde yaşamaya, yeni ölümler olmaması için kısık sesle haykırmaya çalıştı.

Olmadı.
Antakya’da ölümler durmadı.
Halkın dirayeti ölümleri durdurmaya yetmedi.

Polis durmadı, Vali durmadı. Sanki tarihsel hıncı taşır gibi, acımazsızca saldırmaya devam etti.  Aslında Antakya polisinin Armutlu mahallesine her müdahalesi normalin üstünde, her zaman sert oldu. Sanki tarihsel bir hıncın sokaklarda açığa çıkması gibi, pervasızca saldırdı. Tolerans yoktu. Uzlaşma yoktu. Sanki Hatay farklı bir cumhuriyet, Vali Lakesiz ise, mevcut yasarın dışında yetkilerle donatılmış özel bir görevli gibiydi. Sanki gizli bir sıkıyönetim Hatay için devreye sokulmuş, özel yetkiler dağıtılmış, özel görevli polisler kentte mevzilendirilmiş gibiydi.

Şiddet her geçen gün arttı. Vahşet adım adım ölümü getirdi. Önce Hatay sokaklarına Suriye de katliamlar yapan, kafa kesen, can alan katiller salındı, ardından halkın tepkisi şiddetle bastırılarak, AKP’nin katliamcı politikası kentte egemen kılınmaya çalışıldı. Devletin emniyet güçleri halkın dışında her gücün yanında oldu. Nusracıları, El Kaideciler, sınırı delik deşik eden ÖSO’cuları, yasaları hiçe sayarak koruyan kollayan Emniyet güçleri, kendi halkına karşı acımasız, vicdansız ve pervasız davrandı.

Nusra karargâhına dönen Hatay da halk tedirgin ve kaygılı olarak tetikte oldu. Bu katillerin Türkiye’de ki uzantıları ile birlikte kendilerine bir fırsat bulup saldıracağı ihtimalini hep canlı tuttu. Gençler katillerin ellerini kollarını sallayarak kentin sokaklarında, övünerek dolaşmaları, kendi devletlerinin bu katillere sahip çıkmasını hiçbir zaman kabullenmediler. Savaşa karşı çıkıp barış istediler. Zulüm ve katliam durdurulsun istediler. Hemen yanı başlarında akrabaları vahşice katledilirken, kendi ülkelerinin suç ortağı olmasına karşı çıktılar.

Demokratik tepkilerini, sokakta protesto gösterileriyle göstermek dışında, asla şiddete yönelmediler. Tek bir kurşun sıkmadılar. Molotof kokteyli gibi yakıcı şeyler kullanmadılar. Bomba atmadılar. Sadece polis müdahale ettiğinde, barikat kurup, taş attılar. Kentlerini, mahallerini, onurlarını ve değerlerini korudular.
Hayır dediler.
HAYIR.
AKP’nin lügatinde hayır yoktu, biat vardı.
Biat istedi.
Etmediler…
Tek tek düştüler.
Toprağa değil yangın yeri yüreklere düştüler, can oldular…
Yarım kalan türkülerini halka bırakarak sonsuzluğa gittiler.
Ve biz,
Bugün de öldük…

(YURT EGE' de 11.09 2013 yayınlanan yazım) 

 

7 Eylül 2013 Cumartesi

Savaş alanında "yazarlar tugayı"


 

         
 
                   SAVAŞ ALANINA ÖNCE 'YAZARLAR TUGAYI' GİRDİ

Gazete manşetlerine baktığımız da neredeyse tüm yazarla, tugay alanında sıraya girmişler ve saldırı konutu bekliyorlar gibi, yazılar yazıyorlar. Yaz de yazalım, vur de vuralım der  gibi, büyük bir iştahla bir halkın katledilmesine, kalemlerini silah edip zemin yaratmaya çalışıyorlar. Satılmış medyanın hemen hemen tüm sayfaları “savaşa hazırız”, Suriye’den korkmuyoruz” türü manşetlerle dolu.
 
Ne kadar da istekilermiş insan öldürülmesine.  Bir başka ülkenin işgal edilip, yağmalanmasını ne çok istiyorlarmış. Arada düşünüyorum, bunlar acaba çocukluk travmasıyla yanlış mı meslek seçmişler. Boyları kısa olduğundan yada çok kilolu olduklarından asker olamayıp da, gazeteci mi olmuşlar. Yâda, akli kifayetsizlikleri nedeniyle, asker olma standardını tutturamayıp, bir köşeye mi sızmışlar?
Manşetlere bakarsanız, savaşa içindeymişiz gibi pozisyon almışlar, gazetecilerimiz. Yerlerini saflarını ve hedeflerini odaklamış, işaret bekliyor gibiler. Şimdilik psikolojik savaşım, mermilerini kullanıyorlar. Haydi, aslanlar deyip, yiğitlik kavramlarını alt alta dizerek, korkunç düşman senaryosunu, halkın kafasına oturtmaya çalışıyorlar.
Halk önce Suriye halkını düşman bellesin, gerisi kolay.
Vurun, yıkın, öldürün…
Taş üstünde taş koymayın…
Suriye biz hazırız, ya siz…
Her şeye varız, siz.
Biz daha iyi öldürürüz ya siz…
Savaş çığırtkanlığı yapan bu imansızların gözleri dönmüş. Savaşın vahşet olduğunu, binlerce, on binlerce insanın yaşamına mal olacağını, hiçbir bölge ülkesinin kendisini böyle bir kaos ortamının da dışarıda tutamayacağını göremiyorlar.
ABD’nin Irak’a demokrasi götürme girişimlerini daha yeni yaşadık. Demokrasi değil, vahşet, kan ve şiddeti götürdü. Binlerce Iraklı kadın ABD askerleri tarafından tecavüze uğradı. 1 milyon civarında  insan katledildi. Ülke çöktü, halk çöktü. 10 yıldır vahşet ve katliam bir türlü dinmedi.  
Gazetecilik vicdan işidir. Yürek işidir. İnsana dönük bir iştir. İnsana kurşun sıkanla, kurşun sıkılması için motivasyon yapan arasında hiçbir far yoktur. Korktuğunuz iktidar değil insanlık kalıcıdır. İnsan değerleri kalıcıdır.
Sizde bir insansınız. Hatırlatırım… Unuttuğunuz değer, sizinde değeriniz. Kendinizi iktidara satmak için harcadığınız insandır. Kendinize gelin. Barış dilini kullanın. İnsandan yana, umuttan yana güzelden yana yaşamdan yana yazın.
Bu vebal ağırdır. Kuşaklar boyu sırtınıza, alnınıza yapışıp kalır. Çocuklarınız vebalinizi taşır. Çocuklarınızı bir kışkırtıcının, bir savaş tacirinin, bir insanlık düşmanının çocuğu olarak yaşamak zorunda bırakmayın. Buna hakkınız yok…
Biraz insanlık… Çok değil… AZICIK…
 

6 Eylül 2013 Cuma

Nusra katilleri gücünü nerden alıyor?


                                          
   Suriye’nin baş belası:
 Nusra katilleri gücünü nerden alıyor?

Nusret Cephesi Suriye’de BAAS rejimine karşı İslam devleti kurma amacıyla Nisan 2011 tarihinde kurulmuş El Kaide uzantısı bir örgüttür. Dünyanın değişik ülkelerinden katılımlarla sayıları 8-10 bin civarında olan bu grup Suriye de çatışmalarda etkili askeri eylemleriyle öne çıkıyor. Başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere bölge gerici örgütleri tarafından desteklenen Nusret Cephesi kısaca Nusra olarak biliniyor.

 Mayıs 2011 tarihinde Suriye de başlayan karışıklık sonrasında özellikle sivillere dönük bombalı saldırı eylemleriyle sesini duyuran Nusra Cephesi, Irak, Libya ve Afganistan çatışmalarından elde ettiği tecrübe ile kısa sürede Suriye de öne çıkan örgüt oldu. Acımasızca yaptığı saldırılar ve kendinden olmayan herkesi düşman gören anlayışı ile bölgede etkinliğini kısa sürede arttırdı. Diğer radikal İslamcı gruplarla zaman zaman girdiği çatışmalarda, gözü karalığı ve pervasızlığı ile kontrolde tutuğu bölgeleri uzun süre korumasını bildi.

Nusra Cephesi Suriye’de yaşanan savaşı ideolojik, cihat yanlısı savaş haline dönüştürme amacı güden birkaç örgütten birisi olarak öne çıktı. İslam devrimini hedefleyen Nusra Cephesi, Suriye de Esad sonrası şeriat hükümleri ile yönetilecek bir rejim kurma hedefi taşımaktadır. Bölgede İslam devletini kurmasına engel olacak tüm güçleri düşman olarak kabul eden Nusra Cephesi, bu yönde girişimlerde bulunan örgüt yada ülkelere Karşı eylemde bulunmaktan da geri durmamaktadır. Suriye’ye yapılacak dış müdahaleye de bu nedenden dolayı karşı çıkmakta, İslam devrimini engelleyecek bir hamle olarak değerlendirmektedir.

Liderliğini Ebu Muhammed el-Culani’nin yaptığı Nusra Cephesi, El Kaide ve Irak İslam Devleti adlı örgüt ile yakın ilişkide olduğu bilinmektedir. Suriye savaşı başladığında Irak İslam Devleti (IIS) üyeleri Suriyeli cihatçıları, Iraklı uzmanları ve gerilla savaşının en iyi komutanlarını Suriye’ye gönderme konusunda anlaştılar.

Nusra Cephesinin hedefleri

Nusra Cephesi BAAS rejimi ile bir savaş halindedir. Grup şeriat hukukunu uygulamayan her rejimin illegal olduğuna inandığından Suriye’deki çatışma, dinen makul bir yönetim sistemi kurmayı, hilafiyeti ve İslam devletini hedef almıştır.

“İslam âleminin merkezi Şam’dır “ olduğuna ve “Hesap gününde Müslümanların kampı Şam’da olacağına” inanan Nusret Cephesi mensupları, Suriye devriminin bu söylemin gerçekleşmesi için kendilerine altın bir fırsat sunduğuna inanıyor ve hadislerde bahsi gecen kişiler olmak istiyorlar.

Nusra Cephesi Suriye de rejime karşı savaşan örgütlerden farklı olarak, saflarında net bir plana sahip olan bilgili, tecrübeli ve yetenekli kişiler yer almaktadır. Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) sivillerden ve eski askerlerden oluşurken, Nusra Cephesi Libya ve Irak da savaşmış, tecrübeli, öldürmeyi bileni, gerilla savaş taktikleri konusunda yetişmiş insanlardan oluşuyor. Burum Nusra Cephesine Rejime karşı savaşta ciddi avantaj sağlamış ve diğer muhalif yapılardan daha etkin bir duruma gelmiştir.

Önce kırları ile geçiriyorlar

Marksist gerilla savaşlarından etkilenen ve yöntemlerini kullanan Nusra Cephesi, şehir ve kır savaşını birlikte yürütüyor. Hükümet hedeflerine karşı saldırılarla büyük şehirlerin etrafındaki belde, kasaba ve köyleri ele geçiriyor. Bu yaparken aynı zamanda şehir merkezinde de bombalı saldırılar ve suikast eylemleri yaparak tedirginlik ve korku yaratmaya çalışıyor. Mevcut rejimin güvensiz olduğunu, halkı koruyamadığı imajını yaratmaya çalışıyor. BAAS rejimin zayıf olduğunu, dünyaya karşı direnemeyeceğini, er ya da geç yıkılacağını propaganda malzemesi olarak kullanarak, halkın kendisine yakınlaşmasını sağlıyor. Stratejik eylemlerle, askeri merkezlere saldırarak, ordunun ve orduya güvenen kesimlerin morallerini bozmaya ve en azından tarafsızlaştırmaya çalışıyor.

Nusra Cephesi’nin stratejisi tamamen askeridir, eylemlerinin amacı rejimi devirip İslami yönetimi getirmeye odaklanır. Devrimin politik yanına hitap etmediği için bu tehlikeli bir stratejidir. Grup açıkça halk desteğinin önemini anlıyor gözükse de politik seferberliği teşvik edecek bir planları yoktur ve bunun askeri bir zaferin yan ürünü olarak geleceğine inanmaktadır. Mevcut taktikler halkı seferber sürece katmak yerine tarafsız kılmaya, kendi dorularını kabul ettirmeye dayanır.

Nusret Cephesi’nin 8000 civarında savaşçıya sahip olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca pek çok bağımsız cihatçıların da onlarla birlikte savaştığı bilinmektedir. Grubun savaş taktikleri  Suriye’deki coğrafi konumuna göre değiştiği gözlemlenmektedir.  Gerilla taktiklerinin kullanıldığı Şam’da küçük gruplara bölünmüş iken, Halep’te yarı askeri bir geleneksel mevzi savaşı yapmaktadır; takımlar, taburlar ve tugaylar rejime karşı savaşta birbirleri ile bağlantılıdır.

Nusra Cephesi  ilk başlarda  küçük hücreler halinde eylemlere başladı, güvenlik sebeplerinden dolayı bomba yüklü araç ve suikastlar gibi düşük yoğunluklu şehir gerilla savaş taktikleri uyguladı. Ancak geçen zaman içerisinde grup değişen savaş şartlarına göre yapılanmasını değiştirdi ve belli bölgelerde büyük taburlar oluşturdu. Bu gün hava, savunma ve ağır topçu birlikleri de bulunmaktadır. Cihatçı bir grubun böyle ağır silahlara sahip olması alışılmış bir şey değildir, belki de bu Nusret Cephesi’nin uzun vadede kalıcı bir ordu için hazırlandığını gösteriyor.

NUSRA Cephesi tüm dünyadan eleman topluyor

Nusret Cephesi yeni üye olmanın ilk şartı cephede savaşmaktır.  Bunu kabul edenler arasından seçilenleri komutanlar gözetiminde ön araştırmadan geçiriyor. Gerekli yeteneklere, dini ihlasa ve ahlaka sahip olduklarına inandıkları kişilerden taahhüt istiyorlar. İslam için savaşmayı kabul edenler askeri testlerden geçiriliyor.   Nusra Cephesi’nin üyeleri El Kaide örgütünden farklı olarak itaat yemini ederler. Bu yeminde, Allah’ın önünde cihat liderliğine itaat edeceğine ve biat ettiğini kabul eder.  Yeminden dönmek asla kabul edilmez.

Gizlilik Nusra Cephesi içinde güvenlik yöntemi olarak uygulanmaktadır.  Grup üyelerinin birçoğu liderleri, grubun yapısı ve savaş stratejileri hakkında fazla bilgiye sahip değiller.  Biat’e dayalı olarak yöneticilerin doğru olduklarına ve doğru kararlar verdiklerine inanırlar. Sorgulamazlar ve eylemlerin nedenleri konusunda bilgi istemezler. Eylem talimattır ve yapılır. Nusra Cephesinde herkes kod isim kullanır. Cepheye katılanlara katıldıkları gün yeni bir isim verilerek bu isimle anılmaları sağlanır.


Devşirme muhalifler darmadağın

Dünyanın değişik ülkelerinden devşirilen ve Türkiye üzerinden Suriye’ye sokulan selefi kökten dinci bu güçler, daha önceki savaşlarda edindikleri askeri tecrübeler ve kendi dışında herkesi düşman gören anlayışları nedeniyle kısa sürede rejim karşıtı güçler arasında bölgede kontrolü sağlamıştır.  Suriye olamayan, Suriye dinamiklerinden beslenemeyen bu yapıların tek amacı,  mevcut rejimi yıkarak ya da rejimin kontrolünden çıkartabilecekleri bir bölgede, katı şeriat kurallarına dayalı bir devlet kurmaktır. Diğer muhalif güçlerle arasındaki çatışmanın nedeni de bu egemenlik mücadelesinden kaynaklanmaktadır.

El Kaide, Nusret Cephesi ve Furkan ya da Tevhit Cephesi gibi bu yapılar anlayış olarak aynı kaynaktan beslenmekte ve kendileri gibi radikal İslami yapıda olmayan, Batı ve diğer kimi ülkelerle ilişki içerisinde, uluslararası güçler ile birlikte Suriye’de yönetimi ele geçirmeye çalışan ÖSO ile şiddetli çatışmalara girmekten kaçınmamaktadır. Askeri olarak diğer muhalif güçlerden çok daha deneyimli olan bu güçlere karşı, ağırlıklı olarak aktif görevlerde bulunmayan eski Suriye ordusu askerlerinden ve suçlulardan oluşmuş ÖSO’nün başarılı olma şansı yoktur.

ÖSO, bu güçlerle çatışmasında müttefik olarak gördüğü Türkiye gibi ülkelerin askeri ilişkilerine güvenmektedir.  Özellikle Halep kırsalında ve Rakka bölgesi ile Resulayn bölgesinde etkili olan cihatçı güçlerin özerk devlet kurma girişimleri de, kendilerini Suriye’deki uluslararası sürecin dışında bırakan tüm uluslararası güçlere karşı bir tavırdır. El kaide ve Nusra bu bölgeyi ne pahasına olursa olsun terk etmeme kararındadır. Tüm diyalog girişimlerini reddeden bu güçlerin bölge için ciddi bir tehdit olduğu, her geçen gün biraz daha net olarak görülecektir.

Suriye’de çatışmaların kızıştığı dönemde ordu birlikleri ile baş edemeyen rejim karşıtı güçlere destek amacıyla, 19 değişik ülkeden devşirilerek, finanse edilerek Suriye’ye getirilen bu güçleri bölgede etkisiz hale getirebilecek tek güç, Suriye ordu güçleridir.  Özellikle son 6 ayda,  büyük kentlerden ve stratejik önemdeki bölgelerden sökülüp atılan bu güçler, Türkiye sınırı ile Halep kırsalı ve Rakka bölgesinde sıkışıp kalmış durumdalar. Daha önce ellerinde bulundurdukları pek çok bölge gibi İdlib kırsalında da kontrolü kaybeden bu güçlerin Resulayn’dan da çekilmek zorunda kalması, tam anlamıyla bu bölgede kuşatma altına girmiş olduklarını göstermektedir.

El Kaide ve Nura Cephesinin kaybettiği bölgelerde ise kontrol ÖSO’nün değil ordu birliklerinin eline geçmektedir. Suriye ordu birliklerinin ocak ayında başlattıkları temizlik harekâtı sonucunda, öncelikli olarak bu güçlerin geçiş ve lojistik destek noktalarına yönelinmiş, merkezi kentlere giriş yolları kapatılmış ardında da bu güçlerin tamamen kontrolünde tuttukları bölgelere karşı operasyonlara girişilmiştir.

Halep kırsalında ÖSO ile birlikte mevzi tutmaya çalışan bu güçlerin o bölgeden de tamamen temizlenmesi sonucunda dar bir alana sıkışacakları ve bu alanda ellerinde tuttukları sivil halkı kalkan yaparak direnmeyi deneyecekleri anlaşılmaktadır.

Yaklaşık olarak 20 bin civarında kaldıkları tahmin edilen küresel cihatçı güçlerin sıkışmaları halinde geçebilecekleri tek ülke Türkiye olacaktır. Suriye’ye girdikleri bölgeden çıkmaya çalışmalarına karşı konulması halinde ise Türkiye ile çatışmaktan da geri durmayacakları görülecektir.

Uluslararası alanda Suriye’de diyalog sürecinin başlatılma girişimlerine karşı çıkan bu güçlerin, bu sürece destek veren ülkeleri başta Türkiye olmak üzere tehdit ettikleri, saldırılarda bulunacakları uyarısı yaptıkları, değişik eylemlerle de bu uyarılarının ciddiye alınmasını istedikleri bilinmektedir. Özellikle Gaziantep, Cilvegözü ve Reyhanlı saldırıları böylesi bir diyalog sürecinin gündeme geldiği ve tartışıldığı dönemde gerçekleştirilmiş saldırılardır. Gözü dönmüş bu katillerin Suriye’de 3 yıla yakın bir süredir yaptıkları katliamları Türkiye’de yapmaktan kaçınmayacakları, bu saldırılarla da çok açıkça ortaya çıkmıştır. Kaldı ki bu yapıların bu güne kadar yaptıkları çok ciddi tehditler mevcuttur.

AKP iktidarı bu insanlık dışı güçlerle ilişki biçimi geliştirmekle, onlara lojistik ve askeri destek vermekle ciddi hata yapmaktadır. Kontrol edemeyeceği bir celladı kendi elleriyle bölgeye taşımış ve yerleşmesine imkân sağlamıştır. Esat düşmanlığı iktidarın gözünü bağlamış, akli selim düşünemeyerek böylesi ittifaklara yönelmeye itmiştir.

Nusra Cephesi ne ilişkin yapılan değerlendirmelerde;

1-İlkinde, NC Suriye devrimini dini metinler tarafından desteklenen İslami bir mesele olarak görüyor. NC’nin söylemi hem Kuran’daki cihat kavramına hem de Sünnette bahsedilen Sam ahalisinin faziletlerine odaklanıyor. Bu da NC üyelerini hadislerde bahsedilen, “Allah’ın İslami hilafet isteğini hâkim kılacak kişiler” olma şerefini kazanmayı ümit etmelerine yol açıyor. Ulus devlet kavramı İslami yorumlara aykırı olmakla birlikte, NC üyelerinin aklında fazlasıyla farklı bir yapı olduğunu gösteren bir işaret yoktur. Grubun bu konuyla alakalı muğlak ifadelerinden ulus devletin faaliyet yapısını İslamlaştırılmış bir yüz ile kullanacakları anlaşılmaktadır. İnşa etmeye çalıştıkları müstakbel devletin yapısına dair yeni fikirleri olduğu görünmemektedir ki bu İslamcı gruplar arasında ortak bir problemdir.

2- Arap Baharı, Tunus, Libya, Mısır ve Yemen hükümetlerinde gerçek bir değişiklik görmediklerinden dolayı Nusra Cephesi’nin planlarını değiştirdi. Özellikle Libya cihatçılarının İslam devleti kurma teşebbüslerinin engellenmesi yüzünden hayal kırıklığına uğradılar ve bundan Batı’nın karışmasını sorumlu tutuyorlar. NC zafere giden yolun yalnızca rejimin askeri olarak mağlup edilmesi, İslamcı bir hükümetin kurulması ve Şeriatın hukuk olarak kabulünden geçtiğine inanıyor. Kontrolü teslim etmek anlamına geleceğinden diğer oyuncularla müzakere etmezler.

3- Nusret Cephesi Esad’ın isini kolaylaştıracağından uluslararası camiayı yabancılaştırmak istemiyor. Aynı zamanda İslam devleti kurulmasını engelleyeceği için uluslararası müdahaleyi de kabul etmiyorlar. Bu denge, kurması çok zor olan oldukça karmaşık bir meseledir. Nusret Cephesi’nin ideolojisi demokrasi yanlısı oyuncularla işbirliği yapılmasına izin vermiyor, ancak menfaatleri çakıştığından böyle bir davranış muhalefeti parçalayacak ters bir etki yapabilirdi.

(Bağımsız dergisi 33 sayıda (06-12 Eylül) yayınlanan yazım)

 

4 Eylül 2013 Çarşamba

AKP Suriye'de neden savaş istiyor!


                                          AKP Suriye’den ne istiyor?
Suriye de ilk gösterilerin yapıldığı ve çatışmaların başladığı 2011 yılı Mayıs ayından bu yana AKP Suriye’ye karşı düşmanca bir politika izliyor. Tüm olanaklarını devreye sokarak BAAS rejimin yıkılması için uğraşıyor. On binlerce selefinin Suriye’ye geçmesi için sınırlarını açtı. Kamp yeri sağladı, lojistik her türden olanağı sundu. Halka kurşun sıkarken yaralanan katilleri tedavi etti. Hastaneler, bakım evleri kurdu.  Suriye de savaşan katillerin ailelerine maaş verdi, barınma ve beslenme olanakları sundu. Bölge halkını riske atarak bu katilerle birlikte yaşamaya zorladı. Silah geçişlerine, eğitimlerine, medya ile iletişim kurmalarına destek verdi. Kimi zaman ise hızını alamayarak, kendisi bizzat temsil etme gayretine girdi.
Tüm bu desteklerle radikal İslamcı katiller Suriye de 100 bini aşkın insanı katletti. Çocuklar, kadınlar vahşice öldürüldü. Kentler yağmalandı. Yollar, köprüler, fabrikalar, hastaneler bombalandı. Bir ülke halkıyla birlikte harabeye döndü.
AKP tüm bunları yapacak kadar Suriye’den ne istiyordu? Neden bu kadar nefret biriktirmişti? Bu kadar düşmanlığın nedeni ne?
Nusracı, El Kaideci katillerin bu ülkede iktidar olmasını bu kadar mı çok istiyordu? Bu katiller Suriye de iktidar olurlarsa, yaşanacak katliamın ve bölgede oluşacak tehdidin boyunu tahmin etmek hiç de zor değil. Şeriat ve hilafet istediklerini açıkça ifade eden bu güçlerin Suriye de devlet kurması demek, bütün bir bölgenin uzun yıllar terör ve cinayetlerle birlikte yaşaması demek.
Bu katillerin Suriye’ye demokrasiyi getireceğini söylemek, başlı başına yalandır ve halkı kandırmaktır. Anlayışlarında ve ideolojilerinde zerrece demokrasi olmayan bu yapılar, kendi dışında ki herkesi düşman olarak görüyorlar ve yok etmek için eyleme kalkışmaktan geri durmuyorlar. Demokrasi bu güçlerin varlık zeminine terstir. Buna rağmen AKP Suriye’de ki tavrını demokrasi talebi olarak açıklayacak kadar ikiyüzlü ve sahtekârca bir politikayı halka dayatıyor.
Esad’ın diktatör olduğunu, halkına zulüm ettiğini bunun için muhalifleri destekleyerek halkın demokrasi ile yönetilmesini arzuladığını her fırsatta söyleyen AKP yöneticilerinin bu yalanı artık sadece güldürüyor. Suriye de demokrasi gücü dedikleri radikal İslamcı katillerin cinayet ve vahşet dışında Suriye halkına verebilecekleri hiçbir gelecek olmadığı, çatışmaların sürdüğü 3 yıllık süreçte çok net olarak ortaya çıktı. Kendi ilişkilerinde bile faşist olan, kendinden olmayan İslamcı gruplara dahi acımasızca saldıran bu yapıların, değişik mezhep ve inançtaki Suriye halkına vahşet dışında, katliam dışında getirebileceği hiçbir şey yoktur.
Suriye halkının bu güçlerin gerçek yüzünü görmesindendir ki, mevcut rejimi çok daha sıkı sahiplenmiştir. Bu cinayet şebekelerinin devrim diye yutturmaya çalıştıkları şey, Şeriattır. Sıkı İslami kurallarla yalnızca Sünnilerin yaşayabileceği, farklı inançların yaşama hakkı edinemeyecekleri İslami faşist bir rejimdir.
AKP’nin Suriye de demokrasi talebi, aslında şeriat talebidir. Demokrasi perdesi ile gizledikleri şey kendi beyinlerine denk düşen, İslamcı, radikal faşist bir sistemdir. AKP Binlerce çocuğun öldürülmesi pahasına, insanlıktan çıkmış bu katilleri kendi amaçları için desteklemeye devam ediyor. Tüm dünya İslam’dan referans aldığını iddia eden bu canilerin, vahşi cinayetlerine tanık oldu. İnançlarından dolayı kafaları koyun gibi kesilen insanların görüntülerini izlediler. AKP dışında hemen herkes bu canilerin demokrasi ile hiçbir alakaları olmadığı net bir şekilde öğrendi.
Peki, AKP neden öğrenmemekte, görmemekte ısrarlı davranıyor? Akla tek bir neden takılıyor.  AKP mezhebini insanlığının önüne koyuyor.
Suriye de sokaklar insan cesetleriyle dolu iken, yataklarında rahat yatanlar, insanlıklarını yeni baştan sorgulamalıdır. Suriye de dökülen her damla kanın sorumlusu, bu katilleri destekleyenlerdir. Tarihin bu katliamcıları ve işbirlikçilerini asla unutmayacaktır.
(Yurt Çukurova'da 04.09.2013 tarihinde yayınlanan yazım)

3 Eylül 2013 Salı

Suriye de kimyasal yalanı


 
 
 
                                       Kimyasal yalanı


Orta Doğu da sıkışan egemenler, Suriye’de kimyasal yalanını devreye soktular. Irak işgalinde kullandıkların yalanın Suriye’de de tutacağından çok emindiler. Kimyasal denilince, dünya ayağa kalkıyor ve her türden müdahalenin ve saldırının zemini oluşuyordu. Kiralık katillerle üç yılı aşkın bir süredir beceremediklerini, provakatif bir iddia ile yapmaya kalkıştılar.

Tüm dünyaya yan yana dizilmiş, nerede ve nasıl çekildiği belli olmayan çocuk ve kadın cesetlerinin resimleri servis edildi. İnsanın yüreğini parçalayan bu katliamın sorumlusu Esat ilan edilerek cezalandırmak için harekete geçildi.

Ancak dünya kamuoyu bu kez numarayı yemedi. Belge, bilgi ve kanıt istedi. 3 yıla yakın bir süredir, dünyanın en azgın katilleriyle mücadele eden Suriye Ordusunun böyle bir katliama,   her şey iyiye giderken kalkışmasını,  savaş çığırtkanları dışında hiç kimse mantıklı bulmadı.

Suriye ordusu son 6 ayda ciddi başarılar sağlamış,  Küresel cihatçı güçleri belli bir bölgede sınırlandırmış, her gün biraz daha sıkıştırarak, Türkiye sınırına yaklaşmıştı. Stratejik pek çok bölgeyi, Ek Kaide ve Nusra gibi katillerin elinden alarak ilerlemesi sürdürüyordu.  Cihatçı güçler Suriye de bahsedilenin aksine sadece Türkiye sınırına yakın bölgelerde etkinliklerini sürdürebiliyor ve bu bölgelerden kalabalık gruplar halinde çıkarak yakınlardaki rejim güçleri mevzilerine saldırabiliyor durumda idiler. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın da vurguladığı gibi, çok kısa bir sürede, ordu birlikleri Türkiye sınırına dayanacak konumdaydı. Böylesi bir süreçte kimyasal yalanı ortaya atılarak, Suriye ordusunun ilerlemesi durdurulmak istendi.

Satılmış medya organları ile yapılan savaş ve ölüm çağrıları karşılık bulmadı. Suriye halkı saldırgan dünya karşısında dimdik durdu. Kaçıyorlar yalanları karşısında Şam sokaklarına çıkarak rejimin yayında olduklarını haykıran gösteriler yaptılar. ABD ve NATO füzelerinin kafa kesen, vahşi katliamlar yapan selefi katillerden daha tehlikeli ve korkunç olmadığını, asla kaçmayacaklarını, direneceklerini tüm dünyaya deklare ettiler. Direnen bir halkın, füzelerle, dış saldırı ve müdahalelerle yıldırılamayacağını yaşamlarını ortaya koyarak gösterdiler.

Afganistan’a, Irak’a, Libya’ya pervasızca müdahale eden ABD, NATO ve işbirlikçi ülkeler durmak zorunda kaldılar. Suriye Irak değil, Libya değil, Afganistan hiç değil. Suriye bölge dinamizmini belirleyen, direnme hattının odağında bir ülkedir. BAAS rejimi ulusal bir bilinç yaratarak, Suriyelilik olgusunu yaratabilmiş. Etnik Mezhepsel ve siyasal farklılıklar, Suriye vurgusu etrafında toparlanarak, Anti Emperyalist ve Anti Siyonist bir refleks ülke bazında oluşturulmuştur.

Suriyeli Kürtlerin tüm tahriklere rağmen bu güne kadar rejim güçlerine tek bir kurşun sıkmamalarının, tüm bocalamalarına rağmen karşı bir cephede yer almamaları Suriyelilik bilincindendir. Suriye’yi değişik etnik kökendeki kesimler vatan olarak benimsemişlerdir. Bu durum kesinlikle süreci belirleyen, önemli bir tespittir.

Suriye'de ki BAAS rejimi ancak iç dinamiklerle ve daha ileri bir biçimle değiştirilebilinir. Bunun dışında ki tüm çabalar boşa çıkacaktır. Suriye halkı vatanını, sonuna kadar savunacaktır. Direnen bir halk asla kaybetmez.