20 Temmuz 2013 Cumartesi





 

Bölgede gericilik gerilirken,

Suriye halkı kazanıyor

ÖMER ÖDEMİŞ

Son gelişmelerle Suriye’de 3 yıla yakın bir süredir yaşanan kaos ortamı netleşiyor. Suriye ordu birliklerinin ilerlemesi ve temizleme operasyonları sürerken,   rejime karşı savaşan güçler arasındaki ayrışma da yaşanan yenilginin doğal sonucu olarak her geçen gün biraz daha derinleşiyor. Netleşen süreçte rejim karşıtı güçler kalıcı olarak saflarını belirleyerek, konumlarını stabil hale getirmeye çalışıyorlar.

Özgür Suriye Ordusu adı ile ABD ve Bölge gerici güçleri tarafından bizzat şekillendirilen ve ağırlıklı olarak Suriyeli rejim karşıtlarından oluşturulan sözde meşru yapı, askeri ve siyasi olarak beklenen ölçüde güçlenememiş, Suriyeli olmayan cihatçı güçlerin bölgede inisiyatifi ele geçirmesine boyun eğmek zorunda kalmıştır.

Devşirme muhalifler darmadağın

Dünyanın değişik ülkelerinden devşirilen ve Türkiye üzerinden Suriye’ye sokulan selefi kökten dinci bu güçler, daha önceki savaşlarda edindikleri askeri tecrübeler ve kendi dışında herkesi düşman gören anlayışları nedeniyle kısa sürede rejim karşıtı güçler arasında bölgede kontrolü sağlamıştır.  Suriye olamayan, Suriye dinamiklerinden beslenemeyen bu yapıların tek amacı,  mevcut rejimi yıkarak ya da rejimin kontrolünden çıkartabilecekleri bir bölgede, katı şeriat kurallarına dayalı bir devlet kurmaktır. Diğer muhalif güçlerle arasındaki çatışmanın nedeni de bu egemenlik mücadelesinden kaynaklanmaktadır.

El Kaide, Nusret Cephesi ve Furkan ya da Tevhit Cephesi gibi bu yapılar anlayış olarak aynı kaynaktan beslenmekte ve kendileri gibi radikal İslami yapıda olmayan, Batı ve diğer kimi ülkelerle ilişki içerisinde, uluslararası güçler ile birlikte Suriye’de yönetimi ele geçirmeye çalışan ÖSO ile şiddetli çatışmalara girmekten kaçınmamaktadır. Askeri olarak diğer muhalif güçlerden çok daha deneyimli olan bu güçlere karşı, ağırlıklı olarak aktif görevlerde bulunmayan eski Suriye ordusu askerlerinden ve suçlulardan oluşmuş ÖSO’nün başarılı olma şansı yoktur.

ÖSO, bu güçlerle çatışmasında müttefik olarak gördüğü Türkiye gibi ülkelerin askeri ilişkilerine güvenmektedir.  Özellikle Halep kırsalında ve Rakka bölgesi ile Resulayn bölgesinde etkili olan cihatçı güçlerin özerk devlet kurma girişimleri de, kendilerini Suriye’deki uluslararası sürecin dışında bırakan tüm uluslararası güçlere karşı bir tavırdır. El kaide ve Nusra bu bölgeyi ne pahasına olursa olsun terk etmeme kararındadır. Tüm diyalog girişimlerini reddeden bu güçlerin bölge için ciddi bir tehdit olduğu, her geçen gün biraz daha net olarak görülecektir.

Suriye’de çatışmaların kızıştığı dönemde ordu birlikleri ile baş edemeyen rejim karşıtı güçlere destek amacıyla, 19 değişik ülkeden devşirilerek, finanse edilerek Suriye’ye getirilen bu güçleri bölgede etkisiz hale getirebilecek tek güç, Suriye ordu güçleridir.  Özellikle son 6 ayda,  büyük kentlerden ve stratejik önemdeki bölgelerden sökülüp atılan bu güçler, Türkiye sınırı ile Halep kırsalı ve Rakka bölgesinde sıkışıp kalmış durumdalar. Daha önce ellerinde bulundurdukları pek çok bölge gibi İdlib kırsalında da kontrolü kaybeden bu güçlerin Resulayn’dan da çekilmek zorunda kalması, tam anlamıyla bu bölgede kuşatma altına girmiş olduklarını göstermektedir.

El Kaide ve Nura Cephesinin kaybettiği bölgelerde ise kontrol ÖSO’nün değil ordu birliklerinin eline geçmektedir. Suriye ordu birliklerinin ocak ayında başlattıkları temizlik harekâtı sonucunda, öncelikli olarak bu güçlerin geçiş ve lojistik destek noktalarına yönelinmiş, merkezi kentlere giriş yolları kapatılmış ardında da bu güçlerin tamamen kontrolünde tuttukları bölgelere karşı operasyonlara girişilmiştir.

Halep kırsalında ÖSO ile birlikte mevzi tutmaya çalışan bu güçlerin o bölgeden de tamamen temizlenmesi sonucunda dar bir alana sıkışacakları ve bu alanda ellerinde tuttukları sivil halkı kalkan yaparak direnmeyi deneyecekleri anlaşılmaktadır.

Yaklaşık olarak 20 bin civarında kaldıkları tahmin edilen küresel cihatçı güçlerin sıkışmaları halinde geçebilecekleri tek ülke Türkiye olacaktır. Suriye’ye girdikleri bölgeden çıkmaya çalışmalarına karşı konulması halinde ise Türkiye ile çatışmaktan da geri durmayacakları görülecektir.

Uluslararası alanda Suriye’de diyalog sürecinin başlatılma girişimlerine karşı çıkan bu güçlerin, bu sürece destek veren ülkeleri başta Türkiye olmak üzere tehdit ettikleri, saldırılarda bulunacakları uyarısı yaptıkları, değişik eylemlerle de bu uyarılarının ciddiye alınmasını istedikleri bilinmektedir. Özellikle Gaziantep, Cilvegözü ve Reyhanlı saldırıları böylesi bir diyalog sürecinin gündeme geldiği ve tartışıldığı dönemde gerçekleştirilmiş saldırılardır. Gözü dönmüş bu katillerin Suriye’de 3 yıla yakın bir süredir yaptıkları katliamları Türkiye’de yapmaktan kaçınmayacakları, bu saldırılarla da çok açıkça ortaya çıkmıştır. Kaldı ki bu yapıların bu güne kadar yaptıkları çok ciddi tehditler mevcuttur.

AKP iktidarı bu insanlık dışı güçlerle ilişki biçimi geliştirmekle, onlara lojistik ve askeri destek vermekle ciddi hata yapmaktadır. Kontrol edemeyeceği bir celladı kendi elleriyle bölgeye taşımış ve yerleşmesine imkân sağlamıştır. Esat düşmanlığı iktidarın gözünü bağlamış, akli selim düşünemeyerek böylesi ittifaklara yönelmeye itmiştir.

Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da da kullanılan bu katillerin son durakları Suriye olacaktır. Suriye halkı 3 yıla yakın bir süredir verdikleri mücadele ile ülkelerini savunma kararlılıklarını tüm dünyaya göstermiş, mevcut rejimle bütünleşerek yaşama taşımıştır. Orta Doğunun tek laik ülkesi olan Suriye’de halk, din temelli bir devletten, İslami kurallara dayalı bir yaşamdan yana olmadığını, İslam kılıfının Suriye’yi işgal etmek isteyen emperyalist, gerici güçlerin bir senaryosu olduğunu kavramıştır. 3 yıllık direniş bunun en açık kanıtıdır.

Suriye’de Kürtler muhalif cephede mi yer alıyor?

Kütlerin rejim karşısına itilmesi için son 3 yıllık süreçte ciddi baskılar yapılmış, Kürtlerin de muhalif saflara çekilmesiyle, BAAS rejiminin siyasal olarak daha fazla sıkıştırılacağı öngörülmüştü. Özellikle AKP iktidarı tarafından sürekli olarak provoke edilen Kürtlerin, bu oyuna gelmedikleri süreç içerisindeki tavırları dikkate alındığında görülmektedir.

Bölgedeki diğer ülkelerde yaşayan Kürtlerden ciddi farklılıklar taşıyan Suriye Kürtlerinin BAAS rejimi ile tarihsel süreçte ciddi hiçbir çatışmaları olmamış, taleplerini hep demokratik ve meşru zeminde seslendirerek sorunlarına çözüm aramışlardır. Kürt kimliği Suriye rejimi tarafından başından beri tanınmış, siyasal ve sosyal hakları diğer halkların haklarından asla geride olmamıştır.

Suriye’de yaşayan yaklaşık 1 milyon 200 bin civarındaki Kürt halkı, Arap aşiret halkıyla birlikte yan yana yaşamışlardır. Toplam nüfusun yaklaşık olarak yüzde 5’ni oluşturan Kürt halkının yarıya yakını BAAS Partisi içerisinde yer almaktadır. Devlet kademelerinde ciddi görevler üstlenmekte ve rejim ile bütünleşmiş görünmektedir. Birkaç belde dışında özgün yaşam alanları olamayan, her kentte Arap ve diğer halklarla birlikte yaşayan Kürt halkının Suriye’de yaşanan kriz sürecinde rejime karşı açık bir tavrı olmamış, tersine açık olarak BAAS rejimini desteklemiştir.

Suriye’ye sonradan gelen ve burada yerleşerek çoğalan, sıklıkla kimliksiz Kürtler olarak adlandırılan Kürk nüfusun yaklaşık sayısının ise 200 bin civarında olduğu belirtilmektedir. Bir yıl öncesine kadar, kendi yerleşik halkından olmayan, ağırlıklı olarak Türkiye, Irak ve İran’dan değişik nedenlerle gelerek Suriye’ye yerleşen kimi insanlara Suriye Devleti tarafından kimlik vermemişti.  İkamet belgesi denilen bir belge ile tüm sosyal haklardan yararlanmaları, barınmaları ve sisteme katılmaları mümkün olabiliyordu. Ancak bu durum ciddi rahatsızlıklara neden oluyordu.(BAAS rejimi, Arap ve Alevi olan başka ülkeden gelip sığınan insanlara da aynı uygulamayı yapmıştır.) Yaklaşık bir yıl öncesinde Suriye Devleti çıkardığı bir yasa ile bu kesimlerin de vatandaş olmasını kabul etmiş ve bu sorunu çözmüştür.

Rejime saldırıların başladığı ilk aylarda Suriye Devleti sivil savunma birliklerini oluşturma girişimi kapsamında, ağırlıklı olarak sınır bölgelerinde yaşayan halkı silahlandırarak, kendi bölgelerini savunmalarını sağlamıştır. Bu süreçte PYD dahil sınır bölgelerinde ve saldırı riski taşıyan bölgelerde yaşayan Kürt halkını da silahlandırmıştır. Toplam Kürt nüfus içerisindeki temsil oranı yüzde 15 olan ve ağırlıklı olarak Suriye dışından göç etmiş Kürtlerden oluşan PYD örgütü de bugüne kadar açık olarak Suriye Devletine karşı savaşmamış, çatışmamıştır.

Halep kentinin Selahaddin bölgesinde yaşanan ve Kürt halkı tarafından tepki ile karşılanan, yaklaşık 50 kişilik bir grubun (Hüseyin Oso olayı) El Kaide ile ittifak yaparak halka ve rejim güçlerine saldırması kısa sürede bastırılmış ve sorumluları yakalanarak cezalandırılmıştır. Bu olay dışında Kürt halkı ile rejim güçleri arasında ciddi bir çatışma yaşanmamıştır.

AKP hükümetinin Türkiye’de başlattığı çözüm süreci kapsamına dahil etmeye çalıştığı ve bu eksende sürekli kışkırttığı Kürt halkı, bölgede yaşayan Arap aşiretleriyle birlikte rejimin yanında saf tutmuştur. Zaman zaman karasızlıklar ya da muhalif çetelerle ateşkes anlaşmaları imzalanmış ise de BAAS rejimine karşı bir savaşın içine girilmemiştir.

Bugün ise Resulayn’da Türkiye’den giren El Kaide ve Nusra güçleri yenilgiye uğratılarak kontrol tamamen ele geçirilmiştir. Bu durum rejime karşı bir hareket değil tam tersine mevcut rejim ile dayanışma içerisinde yapılmış askeri bir hamledir.  Bölgede yaşan PYD ve diğer Kürt gruplar Arap aşiretlerinin desteğiyle, tehdit olarak gördükleri radikal selefi güçleri kendi bölgelerinin dışına atmışlardır.

Suriye’de yaşayan Kürt halkı kendi yaşamlarına ve yaşadıkları coğrafyaya sahip çıkarak, bölgesel senaryolara karşı tavır almışlardır. Tüm kışkırtmalar ve Sünni hat kurma çabaları, Suriye’de suya düşmüştür. Tıpkı ABD, Türkiye ve bölge gerici güçlerinin Orta Doğuyu yeniden dizayn etme girişimlerinin, Suriye halkının direnişiyle bozulması gibi. Suriye, emperyalist ve gerici güçlerin oyunlarını bozmaya direnerek devam etmektedir. Suriye halkı kazanacak, gericilerin ve işbirlikçilerin rüyaları kâbusa dönecektir.