14 Mayıs 2009 Perşembe

KIZIL MEYDANDA DANS EDEN ÇARIN KEMİKLERİYDİ

Uzun yıllar aynı işi yapmıştı. Sabahları erkenden kalkmış, ayaküstü bir şeyler atıştırıp, genel sekreter yoldaşın odasının girişinde ki masasına oturup, çalışmaya başlamıştı. Günün programını yaptıktan sonra, genel sekreter yoldaşın gelişini beklemişti. O geldiğinde kahvesini sunmuş, sonrada günlük gelişmeler hakkında bilgiler vermiş, günlük emirlerini almıştı. İşini seviyordu. Hatta tutkuyla bağlıydı. Verilen emirleri eksiksiz yerine getirebilmek için tüm gücüyle çabalar dururdu. Genel sekreter yoldaş da ona ayrı bir güven duyardı. Güvenilir olmaktan, genel sekreter yoldaşın güvenine sahip olmaktan müthiş bir onur duyardı. Genel sekreter yoldaş ona öylesine güveniyordu ki, ölümsüzlük arayışlarını da onunla paylaşmıştı. Birkaç küçük deneme dışında, bir süre sonra herkesten gizlice kimsenin bilmediği bir mekana giderek son denemeyi de yapmışlardı. İşte o şansız kaza da bu denemede olmuştu. Hiç kimsenin bilmediği bir şatoya giderek, vücudun fonksiyonlarını geçici bir süre durdurarak, ölümsüzlüğü sağlayacağı söylenen bir kimyasal bileşimi genel sekreter yoldaşın damarlarına enjekte etmişlerdi... Bu geçicilik yıllarca sürmüştü. Hiç beklenilmeyen bir süreçte, deneme beklenilmediği kadar uzun sürmüştü. Bir anlamda başarmışlardı. Bu uzun uyku tam 50 yıl sürmüştü. İşte büyük uyku böyle başlamıştı ve şimdi de genel sekreter yoldaş uyanmış kendisini çağırıyordu. Aslında sevinmeliydi. Artık uyanmasından, yaşıyor olduğundan umut kesmeye başladıkları bir zamanda, uyanmıştı. Ölümsüzlük bir ölçüde başarılmıştı...sevinmeliydi... Genel sekreter yoldaş ölmemişti. Buna seviniyordu elbette; Ancak zamanı pek ayarlayamamışlardı ve hesapta olmadığı kadar uzun sürmüştü bu uyku. Artık çok geçti... Elli yılda çok şey değişmişti. Pek çok şey hatta her şey kötüye gitmişti. Şimdi elli yılda olan tüm şeyleri anlatması gerekecekti. Bunları nasıl anlatacaktı . Anlatsa bile genel sekreter yoldaş nasıl anlayıp kabul edecekti. Yaşıyor olmakla yaşamı tehlikedeydi artık. Ne yapacağını şaşırmıştı, panikliyordu... Danışman Rikov tüm bunları düşünürken kapı birden açıldı. Rikov hemen ayağa fırlayıp kendine çeki-düzen verdi. Şaşkın ve heyecanlıydı. Karşısında, üzerinde kızıl üniforması ve çatık kaşları ve coşku dolu bakışlarıyla Stalin yoldaş duruyordu. Yanakları kızıla çalmıştı, gözleri çakmak çakmaktı... Yüzünde hafif bir tebessüm vardı... Canlı ve sağlıklıydı. Parıldayan gözleriyle ve insanın yüreğinin derinliklerini sorgulayan bakışlarıyla dimdik ayaktaydı. Bir yandan Danışman Rikov’u kucaklarken bir yandan da gür sesiyle haykırıyordu;
- Rikov yoldaş başardık. Ölümü yendik ha.... Kendimi öylesini hafiflemiş ve dinç hissediyorum ki... Günlerce dinlenmiş gibiyimmm... Çok yorulmuşum demek ki bu dinlenme iyi geldi bana. İlacın etkisinde ne kadar kaldım haaa?
Rikov bir an ne diyeceğini şaşırdı. Genel sekreter yoldaş birkaç gün olduğunu sanıyordu, uykunun. Birden nasıl diyecekti ki efendim ne kaç günü elli yıl uyudunuz...kısık kararsız bir ses tonuyla,
-şey sayın genel sekreterim oldukça fazla sürdü. Beklediğimizden çok uzun sürdü. Dedi.
Stalin gür sesiyle bir kahkaha atarak;
- Daha iyi ya yoldaş, kısa süreli olması bir işe yaramazdı. Amacımız anları durdurmak değildi, zamanı yenmekti. Emrimi bilimci yoldaşlara ilet, biraz daha çalışıp süreyi ellerinden geldiği kadar uzatmaya çalışsınlar. Dedi.
- Emredersiniz yoldaş diye yanıtladı, Rikov. Sesi kaygılı ve telaşlıydı. Kafasında her şeyi nasıl anlatacağını planlamaya çalışırken genel sekreter yoldaşın daha ciddi bir tonla yükselen sesi geldi kulağına.
- Sahi yanıt vermedin, ben ne kadar uyudum. Bir yığın iş birikmiştir şimdi. Geçen zamanı telafi etmek için birkaç gün durmadan çalışmak zorundayız. Sen yapmamız gerekenleri umarım programlamışsındır. Evet ne kadar uyudum?
Rikov belli belirsiz bir ses tonuyla;
- Elli yıl yoldaş dedi. Kafasını önüne eğmiş genel sekreterin yüzüne bakmıyordu.
Stalin ne diye haykırdı. Sesinde telaş ve heyecan vardı. Sevinçliydi.
- Doğrumu söylüyorsun yoldaş, elli yıl ha elli yıl, hey yoldaş başardık, ölümü yendik. Ölümsüzlüğü bulduk, başardık, başardık. diye haykırmaya başlamıştı. Sesi heyecanlı ve coşkuluydu, insanlık adına bir kazanıma daha imza atmış olmanın yüce bir coşkusuydu bu. Dünya artık yeniden biçimlenecek ti... Odanın içinde bir köşeden diğer köşeye hızlı adımlarla adımlıyor ve coşku dolu naralar atıyordu.
- Biriken işleri birkaç günde bitiremeyiz artık, aylar belki de yıllar sürer. Tüm zamanımızı detaylıca planlayıp çalışmaya hemen koyulmalıyız. Bu olayı dünyaya öyle bir açıklamalıyız ki bomba gibi düşmeli hah hah hah...
Rikov Stalin yoldaşın sevinci karşısında bir kez daha şaşırmıştı. Her şeyi bıraktığı gibi düşünüyordu. Şimdi nasıl anlatacaktı o kadar şeyiii,
- Evet yoldaş başardık, ancak çok uzun uyudunuz. Bu sürede çok şey değişti, dedi
Stalin Rikovun bu yanıtına şaşırmamıştı, Güçlü sesiyle;
- Elbette değişecek. Her şey hareket ve değişme halindedir. Bu doğanın yasasıdır. Bensiz yaşanan bu değişimi öyle merak ediyorum ki... Hiçbir şeyi atlamadan hemen anlat bana. Hadi başla... Ama dur önce bana bir kahve getir, ben biraz heyecanımı yatıştırayım öyle anlatmaya başlarsın, dedi.
Danışman Rikov kahve getirmek için mutfağa giderken, her şeyi nasıl anlatacağım diye düşünüp duruyordu. Kahveleri alıp odaya döndü. Kahvelerden birer yudum aldılar. Rikov derin bir iç çekerek Konuşmaya koyuldu;
- Sizi günlerce aradılar, bulamayınca umudu kesip öldü kabul ettiler. Tüm dünyaya doktorların uydurma raporlarıyla öldüğünüzü açıkladılar. Muhteşem bir cenaze töreni yapıldı. Tüm ülkede günlerce yasınız tutuldu.
- Halkımın beni sevdiğini biliyordum ama bunu bir daha öğrenmek çok güzel.
- Emperyalistler ölüm haberinize çok sevindi. Bayram yapıp dünya kurtuldu dediler.
- Evet onların sevinmesi çok doğal. Hatta benim için bir onur... Ama onlara göstereceğim...
- Ölümünüzün açıklanmasından bir süre sonra Kruşçev yoldaş yerinize genel sekreter seçildi.
- Bir dakika yoldaş Rikov, Benim özel hizmetime bakan bir yoldaş vardı, onu hiç görmedim. Nerede/
- İşten ayrıldı yoldaş
- Nasıl işten ayrıldı. Ne demek bu? Ne zaman? Nasıl yapar böyle bir şeyi?
- Yakın zamanlarda bıraktı yoldaş. Emeğimin yeterince karşılığını alamıyorum diyerek ayrılmak istedi.
- Emeğinin karşılığını alamıyor muymuş?
- Evet yoldaş demokratik haklarımda yok, serbest yatırımda da bulunamıyorum, ömrüm boyunca bakıcılık mı yapacağım dedi.
- Neler söylüyorsun sen? Sosyalizmi biz emek için kurduk. Emeğin iktidarını oluşturduk. Sosyalizm de emeğinin karşılığını nasıl alamıyormuş? Demokratik hakları yokmuş ha? Komünist partisi kimin partisi? Ben kimim?
- Ben bütün bunları ona söyledim yoldaş, ama dinlemedi. ayrılacağım diye tutturdu.
- Hain adam. Alman işbirlikçisi olmasın. Gitmesine izin verdin mi?
- Hayır yoldaş, gideceğim diye tutturunca bodruma kapattım. Gidip burada olanları herkese anlatacağından korktum.
- İyi iyi, sonra onu KGB ye teslim ederiz. Biraz deşerler bakalım altından neler çıkacak. Sen anlatmaya devam et bu işi sonra hallederiz.
- Kruşçev yoldaş ilk başlarda iyi gidiyordu. Orduyu güçlendirdi. Atom silahlarının gelişimini sağladı. Onun döneminde ülkemizden süper güç diye bahsedilmeye başlandı. Sonra Çin ve Arnavutluk ile aramız bozuldu. Parti politikalarında bir sağa kayış başladı. Partinin programı değiştirilmeye çalışıldı. Sovyet sistemi eleştirilerek düzeltilmesi istendi. Sanıyorum 17. Kongrede size ve yaptıklarınıza hafifçe sataşmaya başladı.
- Bana mı? Neyime sataşıyormuş? Ülkeyi Alman faşistlerine teslim etmedim diye mi sataşıyor? Buna nasıl cüret ediyor?
- SPK’nın işçi sınıfının değil, halkın partisi olması gerektiğini söylüyordu. Tabi sovyet devletinin de sınıf devleti değil halkın devleti olması gerektiğini getiriyordu .Sınıf farkları ortadan kalkmıştır, artık halk vardır diyerek devletin ve partinin yeniden buna göre örgütlenmesi gerektiğini söylüyordu.
- Saçma emperyalizm var olduğu sürece sınıfta vardır, karşı devrim tehlikesi de... Bizim kan dökerek kurduğumuz sosyalizmi, kongrede ayak oyunlarıyla yıkmaya çalıştılar ha... bunlara göz yummamak gerek. Bu karşı devrimci güçlerin farklı, örtülü bir görünümüdür. İçten çökertmeye çalışma girişimi...
- Evet yoldaş, ama başaramadılar. Partinin gücünden korkarak uygulayamadılar. Ancak alınan bu kararlar kongre kararları olarak tarihe geçti. İşçi sınıfı sessiz kaldı ancak bu sessizliği bile korkuttu onları.
- İyi, iyi sevindim buna...
- Bir de yoldaş, Viatnam ve Küba da sosyalist devrim oldu. Küba da Castro diye bir önder çıktı, ülkesindeki diktatörlüğü yıkarak, halkını bağımsızlığa kavuşturdu.
- Küba, Küba... Nerede bu ülke, Amerika ya yakın bir yerde olacak değil mi?
- Evet yoldaş ABD’nin burnunun tam dibinde.
- Vay be demek orada da devrim yapmayı başardılar. Helal olsun onlara... Tarih bizi haklı çıkartacak. Dalga dalga yayılacağız dememiş miydik...
- Şey... evet yoldaş,Küba ya ABD gemileri saldırdığında Kurscev yoldaş tavizsiz davrandı. ABD geri çekilmek zorunda kaldı. Kenedy anlaşmak zorunda kaldı.
- Çok güzel, mükemmel yoldaş... Küba liderini bana en kısa sürede bul, onu alnından öpeyim. Muzaffer proletarya daha ne önderler yaratacak.
- Sonra yoldaş Kruşçevin ölümünden sonra genel sekreterliğe Brejnev yoldaş seçildi.
- Şu bizim alt birimlerde çalışan memur değil miydi o adam?
- Evet yoldaş, sizin zamanınız da alt birimlerde memurdu, dana sonra yükseldi ve sonrada politbüroya seçilip, genel sekreter oldu.
- Ya... peki o neler yaptı?
- Bürokrasiyi güçlendirdi. Halkın devlete olan güvenini sarstı. Bürokratlar ayrıcalıklı bir sınıf gibi yaşamaya başladı. Bir yerlerde yönetici olmak, sanki farklı bir sınıfsal özellikti. Bürokratlar zenginleşmeye başladılar. Sermayedar olamadılar ama servet edindiler... Halk bundan çok rahatsız oldu.
- Yapma yaaaa. Tüm bunlar KP adına yapıldı öylemi? Yani komünist partide ayrıcalıklı bir sınıf oluştu ha? –
- Marks usta söylememiş miydi? Emeğin iktidarı için en tehlikeli üç şeyden birisi de bürokrasinin oluşması değil miydi?
- Partiyi bürokrasi batağına soktular. Dürüst komünistleri tasfiye ettiler. Partideki işçi üyelerin sayısı hızla düştü. Öyle ki, yüzde yirmilere indi. Ayrıca Brejnev dünya barışının kahramanı diye anılmaya başladı.
- Ne barışı yav, kiminle savaş yapmış ki barışçı oluyor, hem de kahramanı...
- ABD ile silahsızlanma görüşmelerini başlattı. Dünyada yalnızca yasal komünist partileri destekleyerek, ulusal kurtuluş savaşlarına karşı çıktı. Sınıf savaşımını pasifize etti. Sosyalist blok çabalarını engelledi. Bunun için barışın kahramanı ilan ettiler.
- Tüm bunların karşısında halk ne yaptı, işçi sınıfı, partililer ne yaptı?
- Susarak izledi yoldaş. Ekonomi sarsıntı geçiriyordu zaten. Halk karnını doyurma telaşındaydı. Devlete yabancılaştı. Ve olanları uzaktan izlemekle yetindi.
- Başka neler yaptı bu Brejnev yav...
- Afganistana kızıl orduyu soktu. O ülkenin emperyalistlerin eline geçmesini önlemeye çalıştı. İç savaş başladı ve yıllarca sürdü. Halada sürüyor...
- İyi iyi, bu tür enternasyonalist dayanışmalar dünya komünist hareketini güçlendirir.
- Evet ama yoldaş, Afganistan da dinciler direndi. Yıllarca süren iç savaşta, kızıl ordu yıprandı. Ekonomi zaten sarsıntı geçiriyordu, Afganistan’a girince tamamen krize girildi. Halk bundan çok rahatsız oldu, çünkü savaşı sofrasında yaşadı.
- Olacak o kadar. Enternasyonalist dayanışmanın bir bedeli olacaktır. 1940’ları hatırla. Halk yiyecek ekmek bulamıyordu ama bizimle beraberdi. Alman tanklarını çıplak bedenleriyle durdurdular.
- Ama yoldaş o anayurt savunmasıydı. Halk bunu öyle görmedi.
- Tamam tamam halka anlatamamışladır... Sonra neler oldu.
- Brejnev yoldaşın ölümüyle Andrapov yoldaş genel sekreterliğe seçildi.
- Onu hatırlıyorum, KGB’deyken iyiydi. Fedakar, partiye bağlı bir komünistti.
- Onun genel sekreterliğe seçilmesi emperyalist ülkeleri çok rahatsız etti. Yeniden sıcak bir savaş göründü diyorlardı. Demokrasi gücü olarak gördüğü bütün ülkelere yoğun silah yardımında bulundu. Ortadoğu da pek çok ülkeyi adeta silah deposuna çevirdi. Ulusal kurtuluş savaşlarını açıkça desteklenmesini istedi. En kötüsü yoldaş, Andrapov yoldaş yalnızca sekiz ay yaşadı.
- Eceliylemi öldü, yani hastalıktan filan mı?
- Evet yoldaş
- Eceliyle ha... Ülke yönetimine doğru dürüst bir komünist geliyor, oda ancak sekiz ay yaşayabiliyor... Karşı devrimcilerin bir girişimi olmalı bu, suikast gibi... Mutlaka böyle olmuştur. İyice araştırmak gerek. Bu konuyu uygun bir zamanda biraz deşelim. Hatırlat olur mu? Sonra yerine kim geldi.
- Çernenko yoldaş genel sekreter seçildi. O da bir yıl yaşadı. Hastalığı dışında hiçbir şeyle uğraşamadı. Asıl ondan sonra oldu olan.
- Bundan daha kötü ne olabilir ki? Ülke lidersiz kalmış,bir belirsizlik içinde bırakılmış, devlete güvensizlik ve yabancılaşma oluşmuş, ekonomi çökmüş, daha kötüsü ne olabilir.
- Sonra yoldaş, Gorbacov diye biri genel sekreterliğe seçildi. Gençti dinamikti, önceleri gözümüz tutmuştu. Halkta biraz biraz güvenmeye başlamıştı.
- Eeee... Bu kadar kötü ne yapmış olabilir bu adam. Bilim akademisinden yetişen yenilerden birinin bu kadar kötü bir şeyler yapmış olmasını aklım almıyor. Marksist bilinci almamış mı bunlar? Sosyalist kültür pekiştirilememiş mi, neyse anlat bakalım neler yaptı bu adam?
- Neler yapmadı ki yoldaş. Gelir gelmez ABD ile nükleer silahların indirimi anlaşması imzaladı. Böylece emperyalizme ilk tavizi verdi. Barış adına emperyalizmle barıştı. Daha da kötüsü ülkeyi emperyalizmin kucağına taşıdı. Tarım sorunlarıyla uğraşıyordu, genel sekreter seçildi, sonra kendini devlet başkanı ilan etti. Prostorika, glasnost diye bir şeyler çıkardı.
- Açıklık haaa... Niye devlet gizli bir örgüt mü de, onamı açıklık kazandıracakmış. Ne demek açıklık, kime karşı açık olacağız? Biz işçi sınıfına karşı her zaman açık olduk. Başka kime karşı kendimizi açık tutacakmışız? Düşmana karşı açıklık zayıflıktır. Tamam kendi içimizde bir dönem işi biraz sıkı tuttuk. Karşıdevrimci güçlerin saldırılarına karşı kendimizi korumamamız içindi bu. Karşı devrimciler hortlamasın diye yaptık bunu da. İşçi sınıfına karşı da değildi zaten. Ajan provokatörlerin devlet içlerine sızmalarına karşı bir tedbirdi sadece bu. Açıklık ha, saçmalık bu...
- Ülkeyi dünyaya açmaktan bahsediyordu. Açık bir toplum açık bir devlet diyordu. Tüm dünya ülkelerini kendimizden korkutmuşuz, güler yüzlü ve samimi olarak bunu silecekmişiz...
- Emperyalistler ve karşıdevrimciler tabi ki bizden korkacaklar. Onları şirin görünmemizin hiçbir anlamı yok...
- Olanlar değişimler de oldu. Önceleri “biz sosyalizmi değil ona yabancı olan şeyleri değiştiriyoruz” diyordu. Sonra sosyalizmden koptu. Değişme kaçınılmaz diyerek insanları ikna etti, ancak sosyalizmi kapitalize yöntemlerle değiştirdi.
- Nasıl yaptı bunu?
- İşe önce sizi lanetlemekle başladı.
- Ne? Nasıl yapar bunu, bu ne cüret. Bunu yapmasına nasıl parti nasıl izin verdi? Beni savunan çıkmadı mı hiç?
- Tek tük çıktı yoldaş, onları da susturdular ve zamanla da erittiler. Stalin kurbanı anıtları dikildi. Troçkinin ve pek çok kişinin onurları iade edildi.
- Stalin kurbanları anıtı haaa... Yani karşı devrimcilerin anıtı dikildi ha... Yazıklar olsun. B u gün bu ülkede yaşıyorlarsa, tüm bunları yapabiliyorlarsa, bunu bana borçlular, bana ve devrimci yoldaşlarıma...Ülkeyi saldırılardan korumak için neler yapmadık... Kendi neredeymiş ha anayurt savunmasında, söyler misin, savaşmış mı?
- Hayır yoldaş, o zamanlar daha 9-10 yaşlarındaydı.
- Olsun, Tanyalar, Sergevler daha çocuklardı, savaşta öldüklerinde. Bu savaşmadığı gibi birde bana sataşıyor. Beni lanetliyor. Yazık yazık, çok yazık... Ben ona sorarım, tüm yaptıklarının hesabını sorarım ben...Ajan bunlar, hain. Hepsinin temizlenmesi lazım.
- İşte yoldaş değişim böyle başladı. Sonra ekonomi ve parti politikasıyla devam etti. Serbest piyasa ekonomisine geçmek gerektiğini söylüyordu. Yüksek konsey bunu kabul etti. Ülkemize coca cola fabrikalarını açtırdı. Emperyalist sermayeyi ülkeye davet etti, tüm kapıları sonuna kadar açtı.
- Sosyalizm de serbest piyasa ekonomisi olur mu? Aptal mı bu adam.
- Hayır yoldaş, sosyalizm den vazgeçti. Partinin politik etkinliğini yıktı. Sınıf savaşımı ilkesini reddetti. Özgür seçimler adı altında, karşıdevrimcileri işbaşına getirdi. Bürokrasi ülkeyi ele geçirdi.
- Sosyalist sistemi, bu sistemde yetişen, bilim akademisinde eğitilen ve SKP’nin genel sekreterliğe seçtiği biri yıkıyor ha... Olamaz, olamaz... Saçmalıyorsun sen... Sovyet halkı buna asla izin vermez.
Ses tonu ağırlaşmış gözlerindeki parlaklık ateşe dönüşmüştü. Kızgındı. Pek çok şeyi anlamakta zorluk çekiyordu. Kaşları çatılmış, kırmızı rengi daha da kızarak, ateş topuna dönüşmüştü. Yerinden fırlayıp anlamsız hareketlerle sağa sola doğru yürüyor, yumruklarını sıkıp, haykırıyordu. Rikov daha kısık bir ses tonuyla konuşmaya devam etti
- Sovyet halkı diye bir şey kalmadı yoldaş
- Nasıl onu da mı değiştirdi?
- Her cumhuriyet bağımsızlığını dayattı. Milliyetçilik yeniden hortlatıldı. Yetsin diye biri çıktı, milliyetçiliği körükledi.
- Milliyetçilik mi?
- Evet yoldaş. Halkları kışkırttılar, milliyetler arası iç çatışmalar oldu. Sovyet halkı birbirine kurşun sıktı ve öldürdü. Tüm bunlar bağımsızlık hareketi adına yapıldı. CIA ülkenin her tarafında at oynatmaya başladı.
- Ya KGB, kızıl ordu? Tüm bunlara müdahale etmedi mi? Nasıl müsaade etti bunlara?
- KGB’nin ve kızıl ordunun kolunu kanadını kırdılar. Komünist yöneticilerini tasfiye ettiler. Sonrada KGB yi lav ettiler.
- Bunlar nasıl sosyalizme bu kadar düşman oldular. Emeğin en yüce değer olduğu bir sisteme bu kadar düşmanlaşmaları neden? Kapitalizmin insanları ne hale getirdiğini bilmiyorlar mı bunlar? Harlem sokaklarına döner ülke
- Haklısınız yoldaş döndü bile. Adi suç işlemeler, cinayetler, tecavüz, fuhuş, hatta mafya bile türedi birden. Sokaklarda çok rahat cinayet işlenir oldu.
- Halk şimdi Moskova sokaklarında dolaşamıyor desene... Kendi ürettiğimiz canavar, bizi yok ediyor ha... Ülkemizde sermayedar, burjuva sınıfı kalmadı diye seviniyorduk... Tüm bunları burjuvazi adına bizim bürokratlar yaptılar ... Bürokrasiden egemen bir sınıf yaratılmış, sermayesiz sermayedarlar... Nerede hata yaptık biz
- Birde yoldaş Almanyalar birleşti. Tek bir devlet oldular, Berlin duvarı yıkıldı.
- Dur dur bakalım, nasıl yani, Sosyalist Almanya ile kapitalist Hitler Almanya sı birleşti mi? Tek devlet haaa...
- Evet yoldaş, birleştiler ve faşizm yeniden güçlenmeye başladı. Nazizm yabancı düşmanlığıyla palazlanıyor, yavaş yavaş... Bizim eski sosyalist Almanya da daha güçlü çıktı nazizim.
- Yani bir Hitler eksik o zaman...
- Avrupada sosyalist devlet kalmadı. Önce Polonya gitti. İşçi ayaklanmasıyla işçi devleti yıkıldı. Romanya da darbe oldu, Çavuşesko kurşuna dizildi. Sonra Macaristan, Cekostovakya... Tümün de sosyalist sistem yıkıldı. Hızla kapitalist ilişkilere geçildi. Zorla burjuvazi yaratılmaya çalışılıyor.
- Tüm bu ülkelerin hepsinde aynı şeyler yaşandı öylemi?
- Evet yoldaş, sosyalist sistem gözümüzün önünde, çığlıklarla yok oldu. Tito’nun ülkesi bile dağılıyor. Emperyalizm kazandı, biz kaybettik. Sosyalizm ihanete uğradı, yenildi.
- Dur yoldaş, acele karar verme, bizimkilerle bir şeyler yaparız
- Hangi bizimkiler yoldaş?
- Tam zamanında uyanmışım öyleyse. Ülkenin yeniden başına geçer, polit büroyu toplar, bütün bu oluşsuzluklara müdahale ederim. Komünist partisinin itibarını tekrar kazanıp, bu hainleri tarihteki yerlerine tekrar yollayacağız.
- Korkarım buda mümkün değil yoldaş
- O niye? Benim yaşadığımı öğrenince pek çoğu kaçmaya çalışır zaten.
- Geçenlerde düzmece bir darbe girişimi yapıldı. Arkasından da darbeye kalkışmakla suçlanan SKP kapatıldı. Ülkede komünist avına çıkıldı. Komünistler devletin tüm kurumlarından temizlendi. Parti binaları kapatıldı.
- Nasıl yani, parti iktidarda değil mi? Ülkeyi komünist partisi yönetmiyor mu? Kapatıldı mı dedin?
- Evet yoldaş, partinin tüm faaliyetleri yasadışı ilan edildi.
- Sen neler söylüyorsun, Rikov... Hangi ülkeden bahsediyorsun. Sosyalizmin ilk muzaffer devrimi yaptığı ülkemiz de, sosyalizmin anavatanın da sosyalistler yeraltında diyorsun öylemi? Bana bak, neler çevirdiğini bilmiyorum ama kurşuna dizdiririm seni...
- Size ve partiye ne kadar bağlı olduğumu bilirsiniz yoldaş. Size tüm bunları anlatırken bile utancımdan ve üzüntümden kahroluyorum. Ama inanın bana doğru söylüyorum.
- Tüm söylediklerin doğru öylemi?
- Evet yoldaş üzgünüm ama doğru. Lenin yoldaşın heykelleri bile tüm ülkede söküldü.
Yıkılmıştı. Sesi titriyordu, rengi solmuştu. Odanın orta yerine diz çöktü,
- Lenin yoldaş, buda mı başımıza gelecekti. Kendi ülkemizde, Çarı devirdiğimiz ve halkın mutluluğu için yaşamımızı verdiğimiz, kendi ülkemizde partimiz kapatılmış... Komünist olmak bir onur iken, suç olmuş. Hayır hayır buna göz yumulamaz... Tarihi yeniden yazacağız... Aç kapıyı, ülkemin sokaklarına çıkayım artık....
- Yapmayın yoldaş, sizin yaşadığınızı öğrenirlerse, hemen yok ederler... Öldürürler
- Aç kapıyı hemen
- Yalvarırım yoldaş, dışarı çıkmayın... Sizi öldürürler...
Yalvarırım çıkmayın dışarı,dışarı çıkmayın, sizi öldürürler, öldürürler, çıkmayın....
Yaşlı Rikov Yatağında terler içinde uyandı. Yüzü sapsarı kesilmiş, gözbebekleri gözlerini kaplamıştı. Şaşkınca sağa sola bakındı. Alnında biriken terleri kolunun kenarıyla sildi. Telaşı ve heyecanı biraz yatışmıştı. Ağır hareketlerle yatağından çıkıp, terliklerini ayağına geçirdi. Yüzünde anlamsız bir ifade vardı. Pencerenin perdelerine araladı. Kızıl meydana bakan evinin penceresinden uzun uzun insanları seyretti. Kremlin sarayına baktı, yüreği burkuldu. Kötü bir düş görmüştü. Ama hangisi düştü, yaşadıkları mı yoksa uykusunda gördükleri mi? Gözü birden kremlin sarayında dalgalanan bayrağa takıldı. Orak çekiçli kızıl bayrak yoktu. Gitti gözlüğünü alıp taktı. Tekrar baktı. Kızıl bayrağın yerinde, Çarın bayrağı dalgalanıyordu. Perdeyi hızla kapattı. Gözlerini ovuşturdu. Kendini çimdikledi ve tekrar baktı. Yanlış görmüyordu. Çarlık Rusya’nın bayrağa kremlin sarayında dalgalanıyordu. Yavaşça perdeyi kapattı ve oracığa çöktü.
“insanlık kaybetti” dedi ve öylece kaldı.
Kızıl meydanda dans eden çarın kemikleriydi... 23 aralık 1991

10 Mayıs 2009 Pazar

BU GÜNÜ OLMAYANLAR,DÜNE SALDIRIYORLAR

Son günlerde yaşanan tartışmalar kaygı verici bir boyuta doğru hızla gitmektedir. Bazı insanlar, nedenini anlayamadığım bir telaşla,düne ait değerlere, insanlara ve yaşanmışlıklara pervasızca yönelmeye koyuldular. Onlarca yıl sonra birden bire bu gün böylesi bir ilkesiz yönelimle karşımıza çıkan bu arkadaşların davranışlarının nedenini dünde değil, bu günde aramak gerektiğini düşünüyorum.
İndirgemeci bir mantıkla, düne yönelen bu arkadaşlar, yaşanan bir süreci kendi bütünlüğünden kopartarak bireye, bireyin yapıp etmeleriyle genele taşımaya çalışmaktalar. Bireyi genelleştirerek, sürecin tek belirleyicisi durumuna çıkartarak, sürece has olguları ve süreçte yer alan –kendileri de dahil- diğer tüm bireylerin kimlik ve üretkenliklerini yok sayarak kimi tespitlere kalkışmaktadırlar. Her tarihsel sürecin kendi özgünlükleriyle ve iradesel olmayan koşullarında belirleyiciliğiyle biçimlendiğini göz ardı ederek, hoyrat esnaf tavrıyla onurlu bir tarihsel süreci, harcamaya yönelmişlerdir. Bu tarihsel süreç ki, Türkiye devrimci mücadelesine ciddi katkılar sunmuş, özgün kimlik ve siyasal gelenek oluşturmuş, tarihteki yerini eylemleriyle ve çizgisiyle tartışılmaz kılmış bir hareketin surecidir.
Dün, doğrularıyla,yanlışlarıyla ve yükselttiği onurlu mücadelesi ile Türkiye’nin önemli bir tarihsel kesitine damgasını vurmuş, devrim tarihindeki onurlu yerini şehitleri pahasına almıştır.
Mücadele koşulları çetindir, yapı gizlidir ve süreç yaşamsaldır. Böylesi dönemler yanlış ve hataların gelişim koşullarını çok daha belirgin olarak bünyesinde kaçınılmaz olarak taşır. Genç yapıların, yeni biçimlenmiş oluşumların, üst düzey mücadele kararlılığında ki hareketlerin, biçimlenme süreçlerinde egemen olan inanç ve özveridir. Birikim ve oturmuşluk zamanla kazanılacak bir niteliktir.
Dün değerlendirilmesine girilirken tüm bunlar dikkate alınmalı ve zaman aşımı rehavetine ve cesaretine sığınılarak değil, etik değerler göz önüne alınarak yola çıkılmalıdır.
Dev sosyalist ülkelerin emperyalizm karşısında dağıldığı, onlarca örgütün atomize olduğu, yüzlerce insanın yaşamını kaybettiği bir tarihsel geçiş dönemini, en az yıpranmayla, en az hatayla atlatılması başarı olarak görülmelidir.
Hata kişinin yapısında vardır. Özellikle de bedeli ağır sorumluluklar üstlenmiş insanların yanlış yapmaları, böylesi özgün ve gergin dönemlerde çok daha olasıdır. Hatalar ve yanlışlar ayıklanırken, yaşanılan koşulların açılımı mutlak gereklidir. Bu yapılmadan, bu günden bakılarak bilgiççe yapılan değerlendirmeler hep yanlış olacaktır,olmaktadır. Bu gün, dünde yoktu çünkü. Dün de, bu günde. Olsaydı zaten başka bir şey olurdu ve biz tüm bunları tartışıyor olmazdık.
Öncelikle yapılması gereken bütünlüklü olarak sürece sahip çıkmaktır. Bu anlamıyla da taraf olmaktır. Kendi geçmişine saygı duyan her insan, kendine taraf olma adına bu süreçte taraf olmak durumundadır.
Savrulmuş yaşamların bir köşesine gizlenerek söz söylemenin ve söylenen sözlerin bir anlamı yoktur. Yaşamın orta yerinde durarak, yaşanılanları bir bütün olarak sahiplenerek bir tavra girilmelidir. Ortak bir yeni etrafında, yan yana gelme olanağı bulunmayanların, ortak yaşadıkları (kısa-uzun) tarihsel kesite, insafsız eleştirilerle yönelmelerini, düne ilişken bir kaygı olarak değil, bu güne dönük bir şeyler kazanma telaşı olarak algılamak gereklidir. Özelliklede yaşanılan dün ile onlarca yıldır hiçbir ilişkisi kalmayan kimi insanların, bu gün birden bire döne eleştirel yönelmelerini, dünün anlamı ile ilişkilendirmek çok mümkün görünmemektedir. Bu günde kimlik oluşturmakta sıkıntı yaşayanlar, 25 yıl önce yaşanılanlara vurarak bulundukları kulvarda sıçramaya çalışıyorlar.
Bir tarihsel süreci birlikte yaşayanlar, yan yana gelip bu süreci birlikte değerlendirebilirler. Doğruları yanlışları analiz edip, tarihle yüzleşebilirler. Bu yüzleşme sürecinde ortak değerlerde buluşanlar, yeni yaşamda da yan yana gelebilmek için yine ortak bir çabaya girebilirler. Ancak farklı kulvarların siperine yatmış insanların, bu anlamıyla yan yana gelerek ortak bir tarihsel süreci, bulundukları noktadan bağımsız olarak değerlendirebilmeleri çok olanaklı değildir.
Kişileri hedef tahtasına oturtarak, yaşanan ortak tarihsel süreci kirletmeye çalışmanın, devrimci anlamda tartışma veya değerlendirme ile hiçbir ilişkisi yoktur. Kişiler elbette ki önemlidir. Ancak bir tarihsel süreç değerlendirilirken kurgu tamamen bir kişi üzerine oturtuluyorsa ve har şey o kişi ekseninde açıklanmaya çalışılıyorsa, zaten o süreç paylaşılmış ortak bir süreçtir denemez. Böylesi bir yaklaşımda bulunan kişi, yaşanılan süreçte kendini ve kendi iradesini yok sayıyor demektir. Diğer bir ifade ile ‘ben o süreçte kimlik olarak yoktum, başkası veya başkaları vardı, tüm bu sürecin sorumlusu odur-onlardır’ demektir ki, buda devrimci bir kimlik taşınmadığının itirafıdır. Bu kişilerin değerlendirme ile işi olamaz.
Tarihe belge bırakmak ciddi bir iştir. Bu görev asli olarak, tarihsel sürecin tüm gelişme ve ilişkileriyle orta yerinde yer alan, süreci söyle veya böyle etkileme becerisine sahip insanların sorumluluğundadır. Uzak mevziden anı salvolarıyla, yüzleşme ve tartışmalardan kaçarak bir hareket ve tarihsel süreç değerlendirilemez.
Bu hareketin bütünlüklü tarihsel sürecine ilişkin arşivler, belgeler vardır. Toplantı tutanakları, genelgeler vb. şeyler varıdır. Açıklamalar, alınan tavırların kararları vardır. Her şeyden önce canlı tanıkları vardır. Bütün bunlar yok sayılarak bir değerlendirmeye kalkışmak asla doğru sonuçlar üretmez, doğru noktalara götürmez.
Bu yolda onlarca arkadaşımız düştü. Yüzlercesi mahpus yattı, işkence tezgahlarından geçti. On binlerce insan bu harekete umutlarını, yaşamlarını ve geleceklerini bağladılar. Bütün bunlar gözetilerek bir tarihsel değerlendirmeye gidilmelidir Ortak yaşadığımız, birlikte paylaştığımız, birlikte bedel ödediğimiz bu tarihsel süreçle yüzleşmek için yan yana gelip tartışmalıyız. Herkes eşit kimlikle ve eşit koşulla bu tarihsel yüzleşme sürecine katılmalı ve belge,bilgi ve tanıklıkların ışığında bu tarihsel süreci birlikte değerlendirerek, tarih sahnesinde ki yerine oturtmalıyız. Bu tarihsel yüzleşme kongresine, aynı süreci bir şekilde paylaşan tüm insanlar katılmalılar ve yapılacak tartışmalarla tüketilerek, süreç noktalanmalıdır.
Eğer Türkiye diye bir kaygımız hala var ise, hala mücadele diye bir kaygımız var ise, hala halkın özgürlük ve demokrasi mücadelesi diye bir kaygımız var ise, her şeyi yüreğimize dürüp tarihe bırakma yerine, yaşama taşıma gibi bir amacımız var ise, bunu yapmalıyız. Bu bizim kendimize ve tarihe karşı bir sorumluluğumuzdur.