3 Mart 2014 Pazartesi

TARİHİN GEBELİĞİ UMUDA DOĞDU!



Hey bir dönemin parıltılı yıldızları, neredesiniz…
Neredesiniz bire insanlar…
Günlerin bu gün getirdikleri size uğramadı mı?
Yoksa hayat denilen kavgaya henüz girmediniz mi?
Veya artık Şarkışla’ya yolunuz düşmüyor mu?
Kızıldere’nin nereye aktığı artık sizi hiç mi ilgilendirmiyor?

Yazın sıcağında dolu yemiş kiraz fidesi gibi yaralanmış, fırtınaya kapılmış ateş böceği misali savrulmuş insanların seyirleri artık bitmek zorunda.
Büyük düşlerin küçük yaşamlarına yapışıp, karanlık gecelerin ıssız sokaklarına kendini vuran insanların kıpırtısız yürekleri zamana yenik düşmüş gibi, tepkisiz, heyecansız.

Reddedilmiş gerçeğin, yok sayılmış örümcek kaplı raflarına sıralanmış öykülerin varlığını,düşlerde bile tereddütsüz karşılayan insanların, öfkesiz,titrek duruşları değil mi, insanları tüketen. Kaybedilmiş sihirli ıslığın iç kabartan sesini yıllar var duymamış ve çekildiği köşesinde, kardelenin kar altında son hamle öncesi bekleyişi gibi, güneşi yakalama düşleriyle karanlığa hapsetmiş kendini. Sörf yaparken en yüksek dalganın üzerinde, birden rüzgarsız kalıp engin maviliklere gömülmüş. Yorgun düşmüş sörf tahtası elinde, yıllarca rüzgar beklemiş, yeni baştan çıkabilmek için dalgaların üzerine. Deniz inat mı inat, dingin kalmış, kıpırtısız, hareketsiz…

Sevda filizleri güneşe hasret kalmış, sararıp sormuş önce, sonrasında çırpınıp durmuş, bir fırsatını bulup uzatabilmek için başını. Ama olmamış, çabalar yetmemiş. Oracıkta yığılıp kalmış, şarkıları söylenmez,öyküleri okunmaz olmuş. Değişivermiş, değiştirmek istediği yaşamda.

Tüketilmiş yaşamlarda, siyah beyaz resim gibi saklanmış gizli bir heyecan, hep yaşam bulmuş.Kırlaşmış yaşamın renksiz heyecanı, sihirli ıslığını bekler gibi, yeni bir kitaba başlar gibi belirsiz ama kararlı gülümseyivermiş bir gece karanlıkta. Yarıda kesilmiş şarkılarını, boyası dökülmüş sörf tahtalarını sırtlayıp bir gün, umudun tepesine tırmanmakmış, düşlerin değişmeyen oyunu. Alıp yanlarına umut tarihini, kalabalık bir saatinde kentin orta yerinde, haykırarak okumak için yeni baştan öğrenmişler, yarım kalmış tarih dilini. Kutsanmışlıklara inat, tarihe yandaş, bitirilememiş şarkıların son dizesi, ortak dilin haznesi olmakta varmış, dünden bu güne görülemeyen.

Rüzgar rüzgar olalı böylesine savurmadı,hiçbir canlıyı,hiçbir düşsüzü. Böylesi bir katmer karanlığında, böylesi bir söz kaybında, tüketilmiş yaşamların soluk benizlerinde, fersiz gözlerin anlamsız bakışlarında yıllarca gizlenmiş, özgürlüğün heyecanı.

Şarkılar küstü,oyunlar son buldu ve düşlere zehir aktı. Bir akşam aydınlığında, gülümseyen güneşin feri sardı, tükenmeye yüz tutmuş yürekleri.

Alaca karanlığında kentin,pörsümüş insan yığını sokaklarınsa, bir çocuk çığlığı gibi yükselen haykırışa yürek dönüp, kulak verdiler. Buğusu tükenmiş gün gibi, yarına yatıp bu günde kalmanın şaşkınlığıyla, ince bir heyecan sardı yürekleri. Sokaklar insal seli...

Toprak titredi, gün kızıla çaldı. Tarihin gebeliği umuda doğdu.

Ö.ÖDEMİŞ/26/06/2010