29 Aralık 2011 Perşembe

AZGIN DEMOKRAT




Azgın demokrat.

Ahmet Kaya yorgun demokrat demişti, yarı yolda bırakanlara seslenmişti.

Sessizce köşelerine çekilip, elini eteğini çekenleri, günlük yaşamın telaşı içerisinde yalnızca anıların heybetiyle yaşamaya çalışanları kaşımıştı.

Azgınlarına takılmadı.

Azgın demokratlar, yorgunlarından daha öteler. Demokrat olmadan demokrat kimliği, solcu olmadan solcu kimliği, insan olmadan insan kimliği taşırlar.

Hiç yaşlanmazlar, hep genç kalırlar, gözleri gençlik kollarında takılır kalır.

Bencildirler.

Yalnızca kendilerine demokratlardır. Demokrasiyi işlerine yaradıkları sürece savunurlar, diğer zamanlarda tınlamazlar bile.

Azgın demokratlar, yorgunların tersine saldırandırlar. Gerçekten demokrat olanlara, aydınlara, devrimcilere ve bilumum ilericilere saldırarak, hep kendilerini dayatırlar.

Yorgun demokratlar sürekli kendilerine kahırlanırlar, azgın demokratlar başkalarına. Hep başkaları hata yapmıştır, hep başkalarının hataları onları mahvetmiştir. Dönüp aynaya asla bakmazlar.

Herhangi bir birlik onlar için sonun başlangıcıdır. Hep bir vesile yaratıp, yan yana duran insanların aralarına girerler.

Ayrıştırıcıdırlar, sürekli farklılıkları kaşırlar.

Azgın demokratlar, yorgun demokratlar gibi asla köşelerine çekilmezler. Onlar kendileri yoksa dünyayı yok sayarlar. Sonuna kadar her şeyi zorlarlar.

Çekilmeyi bilmezler.

Adam gibi oturmazlar.

Artık zamanlarının dolduğunu ve işe yaramaz olduklarını asla kabul etmezler. Bir gün sıranın yine kendilerine geleceği hülyasıyla, sürekli sinsice planlar yaparlar.

Onlar hiç yorulmazlar. Yıkılıp düşmezler. Yıkıldıkları yerde çok fazla kalmazlar. Hiç değişmezler.

Azgın demokratlar, uzağa gitmezler, ilk adımda ki sekreterlerine yazarlar.

Azdıkça azarlar. Azaldıkça çıldırırlar, çıldırdıkça daha demokrat olurlar!

AZGIN DEMOKRATLAR…

28 Aralık 2011 Çarşamba

DEMOKRATİK TÜZÜK TALEBİ STRATEJİK BİR TALEPTİR

Parti içi demokrasi talebi, tarihin hemen her döneminde talep edilen ve tartışılan bir konu olarak gündemde ki yerini canlı tutmuştur. Parti içi iktidarı elinde tutanlar demokrasi talebinde bulunanları çok dikkate almamış, iktidarlarının gereğini yapmışlardır. Sağlıklı bir geleneğe sahip olmayan sol siyasal arenada demokrasi talebi hep muhalefet tarafından seslendirilmiş ve kendi varlıklarını zemini olarak, korunmuştur.

Parti içi demokrasi, farklı düşünenlerin, yönetim iddiası taşıyanların kendisini ifade etmesi açısından kesinlikle önemlidir. Her düşünce alternatifiyle vardır… Bunu yadsımak mümkün değildir. Kendisini demokratım diye tanımlayan her yapı bunun gereği olan, demokratik işleyişi sağlamak zorundadır.

Kuşkusuz istenilen şey kadar, isteyenlerde önemlidir. Bir zamanlar Kenan Evren’in bile demokratik zemin için darbe yaptık açıklaması hala belleklerde canlılığını korumaktadır. Demokrasiyi talep edenlerin bunu bilince çıkartmaları kesinlikle önemlidir. Bilince çıkartılmamış bir demokrasi talebinin, inandırıcılığı olamayacağı gibi, talebin kendisinin, var olan demokratik zemini, yok etmek için kullanılması da söz konusu olabilir. Nasıl ki, demokrasiyi bir araç olarak gören, iktidara gelir gelmez, bu aracın işlevini tamamladığını düşünerek rafa kaldıran ve bütün bir toplumu kuşatan anlayışlar gibi…

Demokrasi kendi başına bir amaç olduğu zaman anlamlıdır. Araç olarak düşünüldüğün de, kendi varlık zemine yönelir ki, bunun adına da, demokrasi denmez. Demokrasi talebini, stratejik olarak yükseltmek, mevcut yapıyı yıpratmada bir araç olarak kullanmak, demokrasinin ruhuna ihanettir.

CHP de son günlerde yükselen ve demokratik tüzük talebi ile de kitleselleştirilmeye çalışılan parti içi demokrasi talebi de stratejik bir talep gibi görünmektedir. Yaşamlarının hiçbir döneminde, demokrasi kavramını bile doğru düzgün telaffuz etmeyenler, iktidarı kaybedince, demokrasi istemeye yöneliyorlar. Kendi yatıkları tüzüğün, kendilerini var etmeyeceği telaşıyla, tüm güçlerini demokratik tüzük talebi için harcıyorlar. Kuşkusuz bu çaba stratejik bir çabadır ve zerrece inandırıcılığı yoktur.

Son bir hamle ile biat kültüründen gelmiş yol arkadaşlarını harekete geçiren bu anlayışın hedefi, kongrelere daha güçlü girmek ve bir kaza sonucu kaybettiklerini düşündükleri iktidarlarına yeniden kavuşmaktır. Başkaca gerçek anlamda demokrasi dertleri asla ve asla yoktur. Ki olsaydı, demokrasiyi bilinçlerinde taşımış olsalardı, siyasal yaşamlarında asla sırt dönmez, iktidarları sürecinde bu mekanizmayı işletirlerdi…

15 yılı aşkın süre yer aldıkları parti içi iktidarlarında, her demokrasi taleplerine gülüp geçmiş, pati örgütleri içinde elde tırpan dolaşmış, olası potansiyel muhalifleri bile adeta biçmişlerdi. Bu tarihi bir anda unutup, ya da parti tabanının unuttuğunu sanarak, birden ayağa kalkmanın, ciddice bir anlamı yoktur.

Halkın belleğinin zayıf olduğu ön kabulünden hareketle, hiç sıkılmadan, utanmadan demokrasi talebi gibi, bir bilinç ve kültür ürünü olabilecek bir talebi dile getirebiliyorlar. Tam bir komedi…

Parti içi demokrasi talebi, hak edenlerin yükseltebileceği bir taleptir ve hala canlılığını korumaktadır. Gerçek anlamda demokratik bir işleyişin, iktidara giden yolda, kaçınılmaz olduğu bir gerçektir. Ancak bu gerçeklik hiçbir zaman bu yolun tıkanması için kullanılamaz. Kullanılmasına pirim verilemez.

Başka kapıya…

27 Aralık 2011 Salı

ESKİDEN YENİ OLMAZ!

Eski ve yeni.
Biri var olandır, diğeri var olanın yerini alandır. Biri tarihtir, diğeri gelecek.

Her değişiklik bir ihtiyaçtan doğar. Bu anlamıyla bir zorunluluktur. Eskide ısrar yani değiştirmeye karşı direnç, aslında yeniyi gerektiren koşullara karşı bir dirençtir. Her yeni, eski olanın yeniliğini koruyamadığı için, kendisine duyulan ihtiyacı artık karşılayamadığı için var olur.

Yeninin ihtiyaç olarak ortaya çıktığı koşullarda, yerine var olduğu şey, artık var olma olanağını yitirmiş olan şeydir. Ki yeni, bundan dolayı kendini koyabilme koşulu elde etmiştir.

Yeni gelişen şey, yaşamın pratiğinde kendini dayatıyorsa ve içinden çıkıp geldiği koşul ve ilişkileri eski halinden öteye dönüştürmüş ise eski de direnmek artık anlamsızdır.

Eski, tarihe ve zamana karşı direnme gücünü yitirmiş, günü yakalayamamış, geleceğe dönük umudu tüketmiş demektir. Revizyonların eskiye kalıcı bir yararı olmaz. Yalnızca eskiyi revize edenlerin kendilerini bir süre mutlu etmelerini sağlar.

Eski, eskide kaldığı gibi güzeldir. Kendini var eden, denk düştüğü dönemin koşullarında, yeni olarak veya işlevleriyle var olduğu dönemde güzeldir. Eskileri yan yana getirerek, tek bir yeni oluşturmanın hiçbir olanağı yoktur.

Her yeni olan şey de, zamanla sıradanlaşıp, alışkanlık haline gelebilme potansiyelini, daha yeni olarak var olmaya başladığı anda, kendi içinde barındırmaya başlar. Yeni, yeni olmaya başladığında, aslında eski olmaya da başlamıştır.

Yeniden korkmamak gerek. Bence korkulması gereken eski olandır. Her şeyini tüketmiş, verebileceği hiçbir şeyi kalmamış olandır. Hareketin olmadığı yerde çürüme vardır. Her hareket, yeniyi içerir. Yeniye direnenler, bilmeden çürümeye gidiyorlar demektir.

Direnmek bu noktada, olumlu bir erdem olmaktan çıkıp, olumsuzluğun itici gücü halini alıyor. Bu anlamıyla direnmek diye çıktığımız yolda, teslim olmuş oluyoruz.
Eski olan zamana direnir. Konumunu reddeder ve sürekli kendisine alan açmaya çalışır. Zorlar, tüm olanaklarıyla yaşamı zorlar.

Eski en iyi eskisi kadar yeni olabilir. Eskisinde olduğundan daha öte hiçbir şey veremez.

Siyasette de durum böyledir. Bir dönemin siyasal olarak belirleyenleri, tarihsel süreç içerisinde niteliklerini kaybettiklerinde artık, eskidirler. Süreç onları dışına atmıştır, misyonları tükenmiştir. Bu tükenişi onlar kolay kolay kabullenmezler. Ayak diretirler, o muhteşem iktidar günlerinin özlemiyle son bir gayret gösterip, koşulları zorlarlar.

Yeni gelecektir. Yeni yaşamdır. Yeni kaçınılmaz olandır.

O zaman diyorum ki, cesaretle, yeniyi birlikte yaratalım. Olanca heyecanımızla yarını bu günden yakalayıp, yaşamın önüne geçmekte, tereddüt etmeyelim.

26 Aralık 2011 Pazartesi

MHP'Yİ ARGÜMANSIZ BIRAKTILAR!

Yaklaşık 50 yıldır Türkiye siyasetin de sağ söylemleriyle ve eylemleriyle yer alan MHP, bir süredir ciddi sıkıntılar yaşıyor. Şimdiye kadar milliyetçiliği, Türklüğü hiç kimselere bırakmayan ve bu empoze için halktan yana olan pek çok insana düşmanca tavır takınan MHP, önce İşçi Patisinin, ardından Genç Partinin sonrasında ise yükseltilmeye çalışılan ulusalcı dalga ile birlikte, bu argümanlarını ciddi olarak kaybetmez üzere.

Türkiye siyaseti tarihin hiçbir döneminde bu kadar sağcılaşmadı. Bu kadar halktan ve toplumsal değerlerden uzaklaşmadı.

Tarihsel olarak sol ile sağ arasında ki temel ayırım; sağın, insanın iradesel olarak belirleyemeyeceği, ırk, din ve ülke gibi kavramlar üzerine politika yapması iken, solun insan merkezli, emek ve toplumsal yaşamın ayırımsız bu perspektifle belirlenmesi talebi ekseninde politika yapmasıdır. Yani sol her zaman hareket noktası olarak insanı, her şeyden yalıtılmış halde ki insanı alırken, sağ kendi irademiz ile belirleyemeyeceğimiz, etnik köken ve din eksenini ağırlıklı olarak temel alır. Bu anlamıyla son yıllarda belirginleşen ve MHP’yi bile malzeme sıkıntısına sokan sağcılaşma, aslında insandan uzaklaşmadır. Eklentilerden arınmış insanı yok sayan, ırk veya etnik kökeni, dini inanışı belirleyici öğe olarak alan bu sağ anlayış, yaşadığımız süreçte kendi içinde ciddi bir mücadeleye girerek din-ülke, milliyet ayırımı ile karşı karşıya kalmıştır. Türk bayrakları siyasal arenada MHP’nin elinden alınmış, kimi milliyetçi söylemlerin sahipleri artarak, sola sıçramış, neredeyse MHP’nin siyasi mültecisi olanlar bu yeni sağcılar, MHP’yi zayıflatmışlardır…

MHP’nin zayıflamış argümanlarıyla girdiği son seçimlerde baraj sıkıntısına düşerek zorlanması da bu yüzdendir. Siyasal arenada hemen hemen her partinin bu günkü siyasal duruşu birbirine benzemektedir. Bu ulusalcı eksene ordunun duruşu da eklendiğinde, ülkemizde ki siyasal görünüm tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar sağ motifler taşır olmuştur.

Kürt halkını öldürerek bu sorunu çözelim, laik olmadığını düşündüklerimizi askere havale edelim, Suriye’yi hemen işgal edelim, Kıbrıs çoktandır ilhakı hak etmiş durumdadır, AB bizi demokratikleşme yolunda gereğinden fazla zorlamaktadır zaten, yeni anayasaya kırmızıçizgiler koyalım, vb. Emekçiler mi? Ezilenler mi? Zaten ezilmişler, devletten daha mı önemliler.

MHP yıllarca boşu boşuna faşist tanımı altında inleyip durdu. Oysa bu gün hemen herkes dört elle, MHP’nin yıllardır bedelini ödediği söylemlere kurtarıcı gibi sarılıyorlar. Sağcılaşarak güçlenmeye daha da sağcılaşarak iktidar olmaya çalışıyorlar. Sağcılaştıkça insan merkezinden uzaklaşıyorlar, sağcılaştıkça gericileşiyorlar…

MHP savaşın orta yerinde silahını kaybetmiş asker misali, çaresiz, telaşlı ve sessiz. Kendi benzerlerinin artmasına bir türlü sevinemiyor. Her benzerlik bir şeyler alıp götürüyor, ondan. 12 Eylülde siyasal benzeşiklerinin yaptığı darbe sonrasında yaşanan sürece benzer bir süreç yaşıyor. Düşüncesi iktidar olurken, kendisi meclis dışında kalacak. Tıpkı 12 Eylül askeri darbesinde olduğu gibi. “Düşüncemiz iktidarda biz içerdeyiz” dememiş miydi, Başbuğları. Ancak şimdi durum biraz farklı. Dışarı çıkmak için değil, meclise girmek için mücadele veriyorlar.

Kader denilen şey, sanırım böyle bir şey…

25 Aralık 2011 Pazar

CHP’DE PARTİ İÇİ DEMOKRASİ TELAŞI



Kongre süreçleri yaklaştıkça CHP de telaş ve heyecan atıyor. Herkes bir biçimde parti içinde ki yerini, konumunu korumaya, yeni ve etkin yerler edinmeye çalışıyor. Bu son derece doğal bir çaba. Siyaset etkin olunabildikçe, süreçte aktif olabildikçe sonuç alına bilinen bir süreçtir. Önemli olan bu etkinliğin nasıl sağlandığıdır.

24 Aralık itibariyle ilçelere asılan üye listelerine itiraz süresi dolmuş oldu. Yani artık ilçe örgütlerinin üye sayıları ve yapıları itirazlar dışında kesinleşmiş oldu. Bu kesinleşmiş üyeler sandıklara giderek, ilçe ve il delegelerini seçecekler ve bu delegelerde, kurultay delegelerini seçerek oluşturacaklar. Asıl sürecin kırılma noktasını da kurultay delegelikleri oluşturmaktadır. Çünkü kurultay delegeleri partinin genel başkanını ve partiyi yönetecek parti meclisini seçecek organdır. Yani partinin kaderini geleceğini önemli ölçüde belirleyecek bir süreç böylelikle başlamış olmaktadır.

Daha önceki CHP sürecinde böylesi şeyler hiç yaşanmadığı için kaçınılmaz olarak bir heyecan mevcut. 15 yıldır ilk kez mahallelere sandıklar konularak, örgüt iradesi demokratik bir biçimde yansıtılacak. Birlikte siyaset yapmak isteyen partililer, doğru buldukları ve güvendikleri insanların CHP sürecinde etkin olmaları için oy kullanacaklar. Yöneticilerini, temsilcilerini seçecekler. Belki 15 yıldır de ilk kez, dayatmaların ötesinde iradelerinin sonucu adaylara oy verme şansı elde edecekler.

Bu günlerde örgüt içi demokrasi dersi vermeye çalışanların, demokratik işleyiş talepleri yükseltenlerin, kendi aktif süreçlerinin de tek bir kez bile parti içi demokrasi işletmedikleri bilinmektedir. Aynı dönemde parti içi demokrasi talebi yükseltenlere de hain, yıkıcı, vb. yaftalar yapıştırılarak, dışlandıkları da başka bir gerçekliktir.

Eski CHP yöneticilerinin tarihleri boyunca anti demokratik yöntemlerini eleştirirken, asla aynı yöntemlerin tuzağına düşülmemelidir. Bu insanlar hiçbir ideolojik alt yapıları olmadan, uydurma söylemlerle ve gerekçelerle kendilerine bir biçimde bağladıkları insanların biatlarıyla sürdürdükleri etkinlik süreci kesinlikle, parçalanıp, dağıtılmalıdır. CHP yıllarca kadükleştiren, kendi gerçekliğinden uzaklaştıran, sol dışında uydurma ekollere malzeme eden bu yanlışlara asla düşülmemelidir. Türkiye de demokrasi talep edenlerin, en küçük birimlerde bile demokrasi işletmeleri kaçınılmazlıktır.

Yıllardır korku ve kaygılarla yerleştirilen biat kültürüne dayanan ilişkiler aşılarak, gerçekten siyasal yan yana gelişlerin etkin olduğu, demokrasi bilincinin açığa çıkartıldığı bir süreç aksaksız işletilmelidir. Buna kimsenin karşı çıkma lüksü yoktur. Bu CHP için iktidar fırsatı yaratacak bir zorunluluktur.

Burada dikkat edilmesi gereken, hayatların bir gün bile demokrasi inanmayanların, yaşadığımız süreçte yıldırım çarpmış gibi birden bire demokratlaşmalarıdır. Bu insanların demokratlıkları ve demokrasi talepleri, kesinlikle bir araçtır. Onları yeniden iktidara taşıyacak mekanizmaları ele geçirmek için kullanacakları bir araçtan öte bir anlam taşımamaktadır. Bu anlamıyla da asla güvenilmemelidir, ,inanılmamalıdır.

Demokrasi yaşamın her alanında bir kültür ve bilinç durumu olarak karşımıza çıkar. Yaşamlarında asla demokrat olamayanların, bir anda demokrat olabilmeleri, demokratik işleyişe inanmaları mümkün değildir. Bu insanlar demokratik mekanizmaları ele geçirene kadar ancak demokrat olurlar. Sonrasında ise tam bir despot olarak, iktidarlarını sürdürmeye çalışırlar.

CHP’nin atama delegeleri dışında hiçbir kitlesel organdan onaya alamayan eski yöneticilerinin bu günkü söylemleri dikkatlice izlenmeli ve bu bilinçle tavırlar geliştirilmelidir. Ama asla anti demokratik davranılmamalıdır. Demokrasi dersi en fazla, anti demokratik kimlikte olanların ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Bu insanları demokrasi kültürümüzle eğitmeliyiz. Bir daha asla anti demokratik yöntemlerle başarıya ulaşabilecekleri bile düşünemez hale getirmeliyiz. Bu bir süreç işidir… CHP demokratik sürecinde, kendi kabuğunu değiştirecektir. Bu potansiyel ve kararlılık CHP tabanında vardır. Başkaca hiçbir şeye gerek duymadan, partililerin demokrasi gücüne güvenmelerinin önü açılarak bu süreç sağlıklı olarak işletilmeli ve gerçek anlamda demokratik değişimin adımları atılmalıdır.

On yılı aşkın süredir kastlaşmış yapıların demokratik bir sürece, kendi inisiyatifleriyle adapte olmalarını beklemek ya da, demokratik süreci aksaksız işletmelerini beklemek hayalcilik olur. Partinin bu demokratik sürecinin önünde engel oluşturabilecek her yapı kesinlikle engel olmaktan çıkartılmalı ve örgüt iradesinin sandığa yansıması sağlanmalıdır.

Darlaştırılmış siyasal yapılarda kontrol çok daha kolaydır. İlişki türleri siyasal olmaktan ziyade kişiseldir. İnanç bireyin kişisel başarısı ya da kazanımı ekseninde ancak vardır. Örgütlü yapıya değil, bireye güvenerek siyaset yapılır. Darlık, birileri için hareket alanının genişliğidir. Oysa sürekli genişleyen yapılarda, her birim kendisini de geliştirmek ve genişlemek zorundadır. Statik hiçbir birim, yaşanan gelişim karşısında ayakta duramaz. Bunun içindir ki bireysel hegemonya peşinde olanlar, genişlemeyi, gelişmeyi asla sevmezler. Ötesi korkarlar. Kuşku duyarlar. Kaçarlar. “Küçük olsun, benim olsun” söylemi, böylesi dönemlerde seslendirilir.

Bu kongre süreci demokratik biçimlenme ve iktidar süreci açısından çok çok önemlidir. Tüm CHP’liler kendi iradelerine ve demokratik haklarına sahip çıkarak, iktidara giden yolu açmalılardır. Topluma güven vermeyen, gelişip güçlenmeyen, toplumsal talepleri hareketinin merkezi olarak algılamayan hiçbir yapı asla ve asla iktidara yürüyemez…
Bu parti eski yöneticilerine karşı yıllarca vefa göstermiş ve onları onure etmiştir. Şimdi sıra partinin onure edilmesindedir. Bu da iktidar olmakla ancak mümkündür.

Etnik köken ya da inanç ayrımlarını bir tarafa iterek, gerçekten demokratik bir iktidardan yana olan, demokrasi bilincini olmazsa olmaz olarak alan her bireyin özgürce yan yana geldiği bir siyasal oluşum zaman geçirilmeksizin hayat bulmalıdır. Bu süreç bir fırsattır. Gücünü tabandan alan, tüm mekanizmalarıyla demokratik bir parti ancak ve ancak gerçek anlamda demokratik taleplerin seslendiricisi, savunucusu olabilir. Gerici AKP kuşatması ancak böylesi bir siyasal yapı ile kırıla bilinir.

Demokrasi havarisi geçinenlere değil, demokrasi sürecinin işletilmesine bakalım. Kendi irademizi kesinlikle yerel yaşam alanlarına yansıtalım… Yıllardır ipotekli olan adı siyasal duruşları, artık genel çıkarlar için bir tarafa bırakma ve kenetlenme günüdür.

Eskiler, eskide güzeldi deyip, yeniyi yakalamalıyız. Yeni gelecektir. Eskinin eskiden farklı verebileceği hiçbir şey yoktur…

23 Aralık 2011 Cuma

BAYKAL DEMOKRAT OLMUŞ, HABER SALIN ÖNDER SAV'A


Deniz Baykal ve Önder Sav parti içinde demokrasi istiyorlar. Kader işte… Yıllar partiyi demir yumrukla yönetenler, bu gün, kendilerini var edebilmek için, demokrasi istiyorlar… Hem de parti içi demokrasi sözü veren Genel başkanı sözünde durmamakla eleştirerek, Tüzük kurultayı taleplerini, değişik biçimlerde dillendiriyorlar.

Deniz Baykal ve Önder Sav ikilisi, değişik isimlerle oluşturdukları payandalarla birlikte 15 yılı aşkın bir süre partiyi demokratik olmayan yöntemlerle, insan harcayarak, kastlar oluşturarak yönettiler. Potansiyel muhalefet olabileceğini düşündükleri insanları bile, gözünün yaşına, emeğine bakmadan, parti dışına ittiler… Devrimci, demokrat, aydın, ilerici kim var ise tırpanı vurdular. Bunu yaparken de, tüm parti içi demokrasi taleplerine sırtlarını dönerek, haykırışları duymamazlıktan gelerek yollarına devam ettiler. Onlar için sen, ben ve bizim oğlan CHP için yeterliydi… Yeni insana hiç mi hiç ihtiyaç yoktu… Hem yeni ne olduğu bilinmeyendi ve iktidarlarını sarsabilirdi. Her yeni üyeye kuşkuyla baktılar. Asla hiçbir kurum için ön seçim yapmadılar. Bir yerlere aday olmak isteyenler, yalakalık yarışına zorlandılar. Genel merkezde yönetici kapılarında yatarak aday edilenlerin sayısı hiç de azımsanacak kadar olmadı… Örgüt ne der, tabanı var mıdır, yerel birimler destekliyor mu, bu partiye emek harcayanlar kimlerdir diye bir an bile bakmadan, kendilerine yakın olanları bir yerlere taşıdılar… Parti içinde güçleneceğini düşündükleri hemen herkesin önünü kesip, paçavraya çevirdiler.

Asla iktidarı hedeflemediler. Parti içinde iktidar olmak, onlar için yeterli oldu. Saçma sapan ideolojik yönelmelere girdiler, Edibali, Tony Blair ekolü, Anadolu solu vb. gibi uyduruk söylemeleri sola katmaya çalıştılar. CHP’yi solun doğal tabanından hızla uzaklaştırarak, ucubeye çevirdiler… Genç Lider, Değişimin gücü anlamsız ve gerçekliği olmayan uydurma sloganlarla toplumu aldatmaya çalıştılar. Korkular yaratarak, kendilerini var etmeye çalıştılar…

Bu kadar büyük yüklerin altında olanlar, Türkiye’nin onlarca yıldır yaşadığı elzem sorunları yok sayanlar, CHP’yi iktidardan ve soldan uzaklaştıranlar, yeniden var olmak için demokrasiye sarılıyorlar… Yeni bir aldatmacanın, sahtekârlığın peşindeler.

Ne kadar eski toplarsanız toplayın, bir tane yeni çıkartamazsınız. Eski, eskimiştir… Eskide kalmıştır, diğer bir ifadeyle, kullanım dışıdır artık… CHP yeni bir yoldadır artık. Kendi doğal tabanıyla buluşmaya çalışmaktadır. Projeler üretmekte ve sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini yaşama taşımaya çalışmaktadır. Ayırımsız bu ülkede yaşayan herkesin patisi olmaya, gerçek anlamda halkın partisi olmaya yönelmiştir.

Yurttaşların etnik kimliklerini ya da inançlarını siyaset dışı tutarak, yaşamın sosyal, siyasal ve demokratik sorunlarını çözmeyi amaç edinmektedir. Kürt ve Alevi karşıtlığıyla sol siyaset yapılamayacağını, demokrat olmanı asgari gereklilikleri olduğunu bilince çıkararak bütün bir toplumu kucaklamaya çalışmaktadır…

Deniz Baykal’ın sekreter milletvekili Osman Kaptan, partiye yeni üyeler yapılıyor, aleviler partiye alınıyor diye hiç sıkılmadan açıklamalar yapıyor… Her Parti kendisini, ancak yeni yeni üyeler, taraftarlar kazanarak gerçekleyebilir. Yeni üyeler kazanılıyor, parti daha da genişliyor, halkın partiye ilgisi artıyor diye yapılan bir eleştiri, tarihe geçecektir. Osman Kaptan’ın derdi başka... Telaşı da… Partinin önünde kongreler var. Üye sayısı arttıkça kongreler onlar için yok anlamına gelmektedir. Yeni seçilmiş delegelerin, eskiye rağbet etmeyeceği gerçeği, bu insanları korkutmaktadır… Ve bu korkuyla, saçma sapan çığlıklar atmaya başladılar. Hatta bu telaşla birden demokratlaştılar. Birden parti içi demokrasi demeye başladılar. Adam gibi çekilmeyi bile beceremeyecekler gibi görünüyor… Bir dönemdi ve biz bu partiyi yönetmiştik, artık bizim dönemimiz bitti diyemiyorlar… İktidar hırsı, sokağa düşürüyor onları…. Birde inandırıcı olabilseler…

Yine de ben, Baykal’ın ve çevresinin, yıldırım çarpmış gibi bir demokrat olmalarını sevindirici bir gelişme olarak görüyorum. Demokrasinin bir gün herkes için lazım olacağını umarım anlamışlardır.
Kader denilen şey, sanırım böyle birşey...

17 Aralık 2011 Cumartesi

CHP VE YOL AYIRIMI


CHP ciddi bir yol ayırım da görünüyor. Alışılagelmiş CHP siyasetinde ısrar edenlerle, evrensel demokratik değerlerle biçimlenmiş, çağdaş ve insandan yana reformist bir CHP diyenler arasında yaşanan tartışmaların, kongre sürecinde belirleyici olacağını söylemek yanlış olmaz.

İktidarı hedefleyen ve geniş emekçi kitlelerin ekonomik, demokratik taleplerini siyasetinde biçimlendiren, sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini benimsemiş, üretken bir sol parti olma iddialarını taşıyanların, süreçteki ağırlıkları partinin geleceğini de belirleyecektir.

CHP’nin eski yönetiminin ana hareket noktasını oluşturan, şeriat tehdidi boşa çıkınca, diğer bir ifade ile laik yapının değil, bir bütün olarak sistemin demokratik yapısının bütün olarak tehdit altında olduğu ortaya çıkınca, eski, statükocu CHP yöneticilerinin söyleyebilecekleri hiçbir şey kalmamıştır. Tarihsel süreç göstermiştir ki, AKP şeriatçı değil, dini istismar eden, faşist ve yaptırımcı bir partidir. Bütün bir sistemi, tün yaşam alanlarıyla kuşatan, gerici, faşist bir partidir.

Toplumun ötekileştirilmiş kesimlerine yıllardır sırtını dönen, toplumsal demokratik talepleri hiçe sayan, kimi korku ve kaygıları canlı tutarak statükoyu koruma telaşına düşen bir CHP’nin halka vereceği hiçbir şey kalmamıştır.

Yaşamı taşıyacak, tüm muhalif kesimlerin demokratik taleplerinin savunucusu olan, ülkenin yakıcı sorunlarına demokratik çözümler üretebilen, reformist bir CHP, ancak ve ancak iktidara alternatif olabilir.

İktidarı amaçlamayan hiçbir yapının gelişme şansı yoktur. Gelişme hedefi de olamaz. Tek gündemi vardır, oda, eldekini korumaktır.

İçine faşizm kaçmış sosyal demokrat iddialı bir siyasal yapının kitlelerle kucaklaşması, gelişip güçlenebilmesi ve iktidar alternatifi olabilmesi mümkün değildir…

Sol milliyetçileştikçe, sağcılaşır. Sağcılaştıkça gericileşir ve ilerici misyonunu kaybederek, ötekileşir. CHP’nin en yaşamsal hesaplaşması bu noktada olacaktır. Ya statükodan yana milliyetçi bir CHP olacaktır, ya da sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini temel alarak ve emekten yana, dıştalanmış geniş yığınların demokratik zemini olarak biçimlenecek ve iktidara yürüyecektir.

Bu yol ayrımında duyarlı her sol kimliğin siyaseten duruşu net olmalıdır. CHP, Baykal’ın CHP’si olmaktan tamamen çıkartılarak solda duran, reformist ilerici bir CHP için emek vermelidir.

Sol yurtsever iken, sağ milliyetçidir. Sol ayırımsız insanı temek alırken sağ insanı ayrıştırarak ele alır. İnanca göre, etnik kökene göre, ırka göre yada milliyete göre ayrışmış insan, sağın siyasal malzemesidir.

CHP sol kimliğini korudukça ancak anlamlıdır. Sağcılaşan, milliyetçi bir CHP, karşıtına dönüşmüş olur ki, tüm toplumsal anlamını yitirmiş demektir.

Günümüzde cumhuriyetin demokratik niteliği olmadan, toplumsal niteliğinden bahsedilemez. Cumhuriyete toplumsal karakterini veren onun özgür ve demokratik niteliğidir. Her cumhuriyet devrimci, ilerici değildir. Çoğu zaman ilericiliği yalnızca içinden çıkıp geldiği eski sistemle mücadele noktasındadır ki, bu da zamanla korunamaz ise kaybedilecek bir durumdur. Bu anlamıyla cumhuriyet rejimini ilerici yapan toplumsal ve demokratik niteliğidir. Özgürlükçü ve demokratik niteliği olmayan hiçbir cumhuriyet ilerici değildir, tam tersi gericidir.

CHP tıkanan bu siyasal sürecin önünün açılması için bir fırsattır. Özgürlükçü ve gerçekten demokratik bir cumhuriyetin dönüşümü için zemin yaratabilmenin olanağıdır. Bu olanağı siyaseten beslemeli ve sürecin önünü açma noktasında cesaretlendirmeliyiz.

Reformist sol bir iktidar, bu gün ülkemizin ihtiyaç duyduğu bir siyasal zorunluluktur. Bu bilinçle her duyarlı insan sürece destek vermeli ve sol, reformist bir iktidar için çaba harcamalıdır.

7 Aralık 2011 Çarşamba

KAHROLSUN YARIN!

Yarın…

Bu günde olmayanı aradığımız gün, günler…

Yakalayamadığımız, ulaşamadığımız, anda bulamadığımız, her şeyi bıraktığımız yarın…
Ertelediğimiz, bu günde yaşayamadığımız, es geçtiğimiz, zaman var diyerek özensiz davrandığımız her şeyi üzerine yıktığımız yarın.. Bu günde var etmeye çalışıp zamansız tükettiğimiz yarın.

Aslında geçmiş, geçmiştir ve yoktur. Gelecek henüz gelmemiştir ve gerçekte yoktur. Var olan ve gerçek olan tek şey “an”dır. Bizde pervasızca tek gerçek olan şeyi, ‘anı’ ertelediğimiz yaşamla, yarın adına harcıyoruz. Anı tükettikçe aslında yarını da bu günden tüketmiş olmuyor muyuz? An’ı yakalayamadan yarını yakalayabilmek ve ertelediğimiz yaşamı yarında yaşayabilmek olanaklı mıdır? An’ı katlederek, yarına sahip mi çıkmış oluyoruz?

Bilmiyorum.

Belki de sürekli yarını kurgulayarak, bu günü kaçırıyoruz aslında. Yarın hayaldir, güzel bir hayal. Umutlarımızı yatırdığımız, beklentilerimizi yeşerttiğimiz, bir daha gelmeyecek bu günü yaşattığımız, insanı mutlu eden bir düş. Her hayal gibi güzele kurgulu. Olanca hoyratlığımızla hırpaladığımız an’ı mahkûm ettiğimiz yarın…

An, acıdır.
Yarın ise güzelin saklandığı yerdir. Yarın an’laşınca aynı güzellikte mi kalacak, bunu bilmiyoruz. Beklide bilmediğimiz için yarına umut yatırıyoruz. Yarın belki an’dan daha acı verici olacaktır. Belki yarında da hep an’ları arayacağız…

Bu günden kurtulabilmek için yarına sığınıyoruz, rüyalarımıza sığınır gibi. Egemen olamadığımız bu günü reddederek, tamamıyla bizim kurgumuzda olan yarını sahipleniyoruz. Yarın tamamen bizimdir. Biz yarınları istediğimiz gibi, sınırsızca düşleyebiliriz. Bu gün sizin, yarın benim…

Anları öldürüyoruz, yaşam yutuyor bizi…
Nefret kazıyoruz sokaklardan, ölümü yokluyoruz, soluk aralarımızda…
Hep bir sevinç kıpırtısı arıyor yüreğimiz.

Bir yarın kalıyor elimizde, birde belkiler…

Seni düşleyerek, seni kaçırıyorum. Umudu düşleyerek, yaşamı kaçırıyorum.
Yarın diyerek, tenimden sıcaklığını kaçırıyorum. Ben diyerek sevgiyi kaçırıyorum…
Kendimi unutuyorum. Düşlerime sakladığım kokunu, yarına bırakmadan, an da soluyorum. Gözlerim yeniden parlıyor. Yüreğim kıpır, kıpır.
Artık bir sen varsın, birde seninle geçen anlar.

Yarını bu günden tükettim. Umudu hırpalayıp, bir tarafa attım. Özlemlerimi yanıma alıp, fırladım sokağa. Çıldırasıya bağırıyorum;

Kahrolsun YARIN, Yaşasın AN!