15 Aralık 2013 Pazar

BİZ İNANMAYI SEÇTİK!



                                     BİZ İNANMAYI SEÇTİK

Biz inanmayı seçtik ve inandık.. Tüm benliğimizle ve bilincimizle. Bütün bir yaşamımızı bunun üzerine kurduk. Kendimiz gibi bildiğimiz yoldaşlarımızla, dostlarımızla dünyayı dize getirmeye yöneldik. Düşler kuruduk ve kurduğumuz düşlerimize sımsıkı sarıldık. Kendimizden ve birlikte yola çıktığımız yoldaşlarımızdan asla kaygı duymadık. Önce birbirimize inandık, sonra düşlerimize.

Biz inanmayı seçtik…

Kitap sayfalarına vardığımızda, inancımız çoktan devrim yapmıştı. Gençtik, pervasızdık, yürekliydik, inançlıydık. İşkence tezgahlarına, on yılları bulan tutsaklıklara,ölümlere hep inançla karşı koyduk. Güvenip hep sırtımızı döndük. Güvenip gece uykularına daldık. Yaşamlarımızı bütünleştirip, geleceğimizi birlikte gördük. Kırlaşmış saçlarımıza, yaşanmışlıklarımıza aldırış etmeden, yeniden demeyi bildik. Bilincimizi orta yere koyup, dünümüzü bugünleştirmeye çalıştık. Yaşamın olanca ağırlığına, kimliğimizle karşı durduk. Yıprandık, yorulduk ama asla çözülmedik. Yılmadık, güvenimizden ve inancımızdan taviz vermedik. Yaşam sıkıntılı bir yolsa, biz bu yolun sonuna kadar, kendi kimliğimizle gitmeye karar verdik.

Bu uzun süreçte bize yaşam düştü. Ölen yoldaşlarımızın sızısını, yüreğimizde bir hançer gibi taşıyarak onurlu yaşamda ayak direttik. Onları hiç unutmadık, unutulmasına izin vermedik, anılarını ufkumuzda bildik. Biz devrimciliği yaşam belledik.

İhanetler yaşadık… Onursuz insanlar da çıktı içimizden, bizi satanlar, pazara malzeme edenler. Şehitlerimize dil uzatanlar,tarihimizi kirletenler, ihanete göğüs dönenler. Asla sessiz kalmadık, dünü bu günde de savunduk. Bu günü, dünle yoğurup, karşı durduk.

Doğruları, yanlışları ayrıştırdık. Bu günkü bilincimizle, dünkü yaşanmışlılarımızı yeniden süzgeçten geçirdik. Olayları irdeledik, tanıklarla konuştuk, belgelere başvurduk, yeniden tartıştık. Yanlışları tespit edip, doğruları öne çıkarttık. Yanlışlarda bizimdi, doğrularda. Sahiplenmesini bildik. Geçen geçmiştir deyip, geçmişte bırakmadık. Açımlayıp, sorgulayıp tarihsel yerine oturttuk.

Neredesiniz bire insanlar, neredesiniz… İhanetler hiç mi canınızı acıtmıyor? Bu yolda şehit olan yoldaşlar, sizin de yoldaşlarınız değil miydi?
Neden korkuyorsunuz?
Neden çekiniyordunuz?
Neredesiniz..
Nerede....







11 Aralık 2013 Çarşamba

YER ALTINA İNMELİYİZ…



                     Yer altına çekilmeliyiz

Çocuklarımız, dostlarımızı ve ekmeklerimizi yanımıza alıp, yer altına çekilmeliyiz.
Gizlice yaşamalıyız, konuşmadan, sessizce, gülümseyerek.
İtirazlar büyüterek, kuytu köşelerde, gülümseyerek yaşamalıyız.
Sendikalarımızı, derneklerimizi, partilerimiz, vakıflarımızı ve tüm emek verdiğimiz kurumlarımızı alıp yanımıza, yer altına inmeliyiz.
Yer altında yazmalı kitaplarını yazarlarımız, gazetecilerimiz yer altından haberler toplamalı, gazetelerimiz, dergilerimiz yer altında çıkmalı.
Şairlerimiz gizlendikleri yerlerden yazmalı isyan şiirlerini.
Aşklar yer altında yaşanmalı, çocuklarımız yeni oyunlar bulmalı yeraltına dönük…
Güneşimiz de yanımıza alıp yer altına inmeliyiz…
Yer altını yer üstü yapmalıyız, tüm yaşamı taşıyarak…
Aşklar besleyerek, özlemler çoğaltarak ve bir gün diyerek umutluca, yeraltına inmeliyiz.
Bütün bir halkı bir gece ansızın yer altına taşımalıyız.
Gizlice…
Tutsaklarımızı, çaresizlerimiz, acılı analarımızı, yoksullarımızı ve yıkılmışlarımızı yanımıza alıp, inmeliyiz yer altına…
Yaşamı taşımalıyız yer altına, yaşatabilmek için umut yıktıklarımızı…
Yer altında olmalıyız, koruyabilmek için çocuklarımız, gençlerimizi…
Yer altında olmalıyız, toprağın damarına ulaşmak için…
Gizlice gülümseyerek, bize el sallayan güneşe, yüreklerimizi yer altına taşımalıyız…
Ölümlerden, nefretten, kinden ve sevgisizlikten korumak için kendimizi, yer altına çekilmeliyiz.
Yüreğimizin altından çıkıp, umut bileyerek yarına, yer altına inmeliyiz…
Özgürleşmeliyiz…
Gülümsemeliyiz…

8 Aralık 2013 Pazar

AKP'nin Suriye yenilgisi



                                         
                                                 AKP’nin Suriye yenilgisi

Suriye rejimi ABD ve bölge işbirlikçilerinin bölgede egemenliklerini yaygınlaştırmak için hayata geçirmek istedikleri politikalara geçit vermediği için hedef seçilerek iç savaşa sürüklendi. Arap baharı denilen süreçte Şam’ı ziyaret eden ABD ve Türkiye Dışişleri bakanı Davutoğlu açık açık Beşar Esad’da yollarına çıkmamasını istemişti. Hizbullah’a bölgede verilen desteği hemen kesmesi, İran ile ilişkilerini sınırlandırması, Filistin davasını kendi davası olarak görmekten vazgeçmesi, Müslüman kardeşler örgütünü yasal hale getirerek meclise girmesine izin vermesi isteniyordu. Suriye tüm telkinlere rağmen ikna olmadı. Bölgede çıbanbaşı gibi dayatmacı politikaların karşısında duruyor, tarihsel müttefiklerinden ve siyasal duruşundan taviz vermiyordu.

Arap Baharı denilen uydurma dalga zorlamalarla Suriye’ye taşındı. Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve ABD Suriye’de demokrasi istiyordu! Irak’a götürdükleri gibi Suriye’ye de demokrasi götürmek için düğmeye basıldı. Senaryolar oluşturulup, gizli servis destekli operasyona girişildi. “Arap Baharı” kan ve gözyaşı ile Suriye’ye taşındı.

Arap baharı diye medya destekli Orta Doğu operasyonu, Tunus, Mısır ve Libya’dan sonra Suriye hamlesinde adeta duvara çarpıyordu.  ABD’nin ve bölge gerici ülkelerinin demokrasi teranesi ile yaygarasını yaptıkları Arap Baharı, Suriye de üzerinde şekilleneceği ciddi bir dinamik bulamamış ve iş devşirme cihatçılara kalmıştı.
Para ve vaatlerle kandırılan küçük bir gurup zorlamalarla harekete geçirilmiş ve birkaç kentte gösteriler düzenlenmişti.  Cuma namazları gösteri için kullanılmış, Müslüman kardeşler ülkede ayaklanma varmış görüntüsü yaratma telaşıyla düzmece senaryolar üretilmişti. Tutmadı. Suriye halkının yüzde 70’lik büyük bir bölümü mevcut rejimi desteklemeye devam etti. Savaş kızıştıkça da, bu destek fiili savunma gücüne dönüşerek sistemin sigortası oldu. Bu gün Suriye de ki direniş bu gücün üzerinde şekillenmektedir.
Suriye bir anda tüm dünyanın ve Türkiye’nin ana gündem maddesi haline dönüşmüştü. Herkes Suriye de yaşananları Mısır, Tunus ve Libya gibi kısa sürede Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanacağını, sözde baharın Bu ülkede de zemin bulacağını düşünüyordu.

Suriye’yi hiç tanımayanlar böylesi ahmakça yorumlarla Esad diktatör ve gitmeli söylemini Arap Baharı denilen uydurma senaryonun arkasına gizliyorlardı. BAAS rejimim Suriye’deki 40 yıllık iktidarının yarattığı kalıcı sonuçları bilmeyen, göremeyen bu anlayışlar, Müslüman kardeşler hamlesini bile demokrasi talepli halk hareketi olarak lanse ediyorlardı. Hemen herkesin ağzından Esad diktatör gitmeli sözü pervasızca dökülüyordu.

Suriye de demokrasi isteyenler, buna Suriye halkının karar vermesi gerektiği gerçeğini de bir çırpıda yok sayıyorlardı. Merkez medyanın ideolojik bombardımanıyla, koro halinde “Esad gitsin” söylemi sağ ve yozlaşmış solda söylem olarak dayanaksız olarak seslendirilerek, farklı düşünenlerin taraf olmasının önüne set çekilmeye çalışıldı.

BAAS’cılık yâda Esadcılık türü uydurma suçlamalar, bölge gericiliğinin ve ABD’nin bu operasyona karşı çıkanlara yafta olarak yapıştırıldı. “Esad diktatör” diyerek söze başlamak nerdeyse zorunlu bir dayatmaya dönüştü.

Suriye de ki rejimin ne olduğu, halkın yaşamına nasıl yansıdığı, BAAS Partisinin halk nezdindeki desteğinin hangi ölçüde olduğu, rejimin hangi kesimler tarafından oluşturulduğu gibi pek çok bilgiden mahrum siyasetçiler Suriye konusunda hata yaptılar. AKP hükümetinin Alevi diktatörlüğü diye lanse etmeye çalıştığı BAAS rejimi mahkûm edilmeye ve halk diye gördükleri dinci radikal İslamcıların ayaklanması ise devrimci atılım olarak sunulmaya kalkışıldı.

Bu süreçte Suriye’de gerçekte nelerin yaşandığını, BAAS rejimin nasıl bir iktidar yapısına sahip olduğunu, halkın ekonomik ve sosyal yaşamına nasıl yansıdığı anlatmak bizler düştü. Düzlerce haber ve makale yazarak Suriye anlatmaya çalıştım. Komşu ülkemizde gerçekte nelerin yaşandığını, muhalif denilen katillerin neler yaptığını gözler önüne sererek barış söylemini seslendirmeye, katliamların durdurulmasına dönük toplumsal bir bilinç yaratılmasına katkı sunmaya çalıştım.

Bu gün gelinen noktada bu çabamda ciddi olarak başarılı olduğumu görüyorum. Türkiye halkının önemli bir kısmı AKP’nin kirli Suriye politikasına onay vermeyerek, karşı durmaktadır.  Suriye de mevcut rejim, 3 yıla yakın bir süredir maruz kaldığı gerici saldırılar karşısında başarılı olarak, geniş bir halk desteğini artırmıştır. Suriye halkı vatan savunması olarak gördükleri bu savaşta aktif olarak yer almış ve devşirme cihatçıların ilerlemesini durdurarak pek kentten temizlenmesini başarmıştır.

Bu gün itibarıyla 14 kentten 13’ün de Suriye ordusu ve mevcut rejim denetimini sürdürmekte ve kamu hizmetleri verilebilmektedir. Belediye hizmetleri, sağlık hizmetleri ve eğitim hizmetleri sorunlu kimi bölgeler dışında devlet güçleri tarafından verilebiliyor. Devlet memurları tün yaşananlara karşın maaşlarını düzenli olarak alabiliyorlar. Mevcut rejimin kontrol ettiği devlet mekanizması tüm kurumlarıyla işliyor. Çöktü çöküyor denilen BAAS rejimi kendi iç sorunlarını da tartışarak ülkede etkinliğini ve kontrolünü sürdürüyor.

Türkiye’nin Suriye politikasında ki tüm ön belirlemeler boşa çıktı. Sabah Halep te kahvaltı yapıp, öğlen namazını Şam’da ki Emevi camiinde kılmak isteyen iktidar sözcülerinin söylemleri, 3 yıla yakın bir süredir direnen Suriye halkının adım adım güçlenmesi karşısında tuz buz oldu.

AKP iktidarının Suriye rejimine karşı açıkça sergilediği hasmane tutum, zaman içerisinde Suriye de ve diğer Arap ülkelerinde ciddi tepkilerin gelişmesine neden oldu. Türkiye tarihinde ilk kez, diplomatik sınırlarını aşarak komşu bir ülkenin iç işlerine, her türlü yöntemi kullanarak müdahalede bulunuyor ve bunu da açıkça yapıyordu. Kendi sınırlarını sonuna kadar açarak Dünyanın çok değişik ülkesinden Suriye’ye girmek isteyen katillere izin veriyordu. Lojistik destek, barınma ve beslenme olanağı sağlıyordu. Silahlanmalarına değişik ilişkilerini kullanarak imkân yaratıyor ve her ne pahasına olursa olsun Suriye’deki mevcut rejimi yıkmak istiyordu.

Demokrasi teranesi Irak’ta kullanılmış ve tutmuştu. Bu kez Suriye için seslendirilmeye ve yapılan tüm müdahaleler “ Suriye halkını diktatör Esad’dan kurtarmak için” yapılıyordu. Bu yalan uzunca bir süre hemen her fırsatta, Suriye politikasına neden olarak söylendi. Ancak bir süre sonra, demokrasiyi getireceği iddia edilen güçlerin insanları sırf inançlarından dolayı ya da rejime yakın diye vahşice katletme görüntüleri dünya medyasına sızmaya başlayınca, bu yalan işe yaramaz hale geldi. Diktatör diye yaygara koparttıkları Beşar Esad’a karşı destekledikleri muhalif güçlerin, demokrasi ile hiç alakası olmayan, hilafet ve şeriat isteyen radikal İslamcı güçler olduğu ortaya çıktı.

Yalan tükenmişti artık. Yalanlar ve kurgular üzerine sergilenen kirli Suriye politikası, adım adımda tökezlemeye, dökülmeye ve Türkiye’nin bölgede yalnızlaşmasına neden oldu. Artık Türkiye’nin yanında hiç kimse kalmamıştı. Katar ve Suudi Arabistan da Mısır süreci sonrasında Türkiye’nin yanından uzaklaşarak, Suriye bataklığında Türkiye’yi tek başına bırakmışlardır.

Suriye sürecine ilişkin eğer Esad kalır ise Tayyip gidecek demiştim. Ve bu konuda ısrarlı olduğumu yazdığım onlarca yazıda sürdürdüm. Dökülen bunca kandan sonra başarısızlık mutlaka baş alacaktı. Bir tarafta egemen güçlerin ve bölge gericiliğinin hedeflediği Suriye vardı, diğer tarafta ise taşeronluk görevi üstlenmiş bir Türkiye hükümeti vardı. Üstelik Türkiye hükümetinin Başbakanı Suriye meselesini şahsileştirmiş ve pervasızca tüm diplomatik sınırları aşmıştı.  Bu girişimin iç politikada da karşılığı olacak ve iki liderden birini tahtından edecekti.

Süreç Beşar Esad lehine gelişiyor. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad her geçen gün durumunu güçlendirirken, silahlı terör gruplarını ülkenin bir köşesine sıkıştırırken, Recep Tayyip Erdoğan gerek Türkiye de gerekse de uluslararası kamuoyu nezdinde inanırlığını hızla kaybediyor ve bir “değerli yalnızlığın” içine düşüyordu.

6 Aralık 2013 Cuma

Heysem Topalca'nın itirafları çok yakında...

Heysem Topalca Suriye adaletine hesap veriyor!

Heysem Topalca Suriye de yakalandı.




                   Heysem Topalca Suriye ordu birlikleri tarafından yakalandı

Adana da havan başlıklarıyla ilgili olarak yakalanan ve sonrasında serbest bırakılan Heysem Topalca’yı Suriye ordu birlikleri yakaladı. Şimdi Suriye adaletine hesap veriyor.

Geçtiğimiz günlerde Adana da tıra yüklü olarak yakalanan 953 adet havan mermisinin sahibi olarak yakalanan, ancak sonrasında emniyet güçleri tarafından serbest bırakıldığı iddiası ile gündeme gelen Heysem Topalca’nın Suriye’nin Lazkiye kenti kırsalında ordu güçleri tarafından yakalandığı belirtiliyor.
Yasadışı yollarda silah temin etmen ve nakletmek suçlamasıyla Türkiye emniyet güçleri tarafından aranan Heysem Topalca’nın uzun yıllardır barındığı Yayladağı’ndaki evinden ayrılarak Suriye’ye geçtiği, burada da Suriye Ordu güçleri tarafından 8-10 gün önce yakalandığı bildiriliyor.

Suriye de katıldığı pek çok eylemde katlettiği yüzlerce sivil ve askerin katili olarak aranan Heysem Topalca’nın sorgusunun sürdüğü, sorgusunda önemli bilgiler verdiği iddia ediliyor.
Heysem Topalca’nın kaçırıldığı iddiası kendi arkadaşları tarafından birkaç gün önce açıklanmış ve hayatından endişe duyulduğu belirtilmişti.  Lazkiye’nin Salkin kasabası yakınlarında kaçırıldığı açıklanan Heysem Topalca’nın arabası kasabanın başka bir noktasında bulunmuştu.

Heysem Topalca’nın Türk güvenlik güçleriyle yakın ilişkide olduğu, silah, mühimmat ve her türden malzemenin kimler tarafından verildiği, nasıl Suriye sınırından sokularak terör örgütlerine verildiği konusunda geniş bilgilere sahip olduğu, ayrıca Reyhanlı katliamının organize edilmesinde de aktif olarak yer aldığı belirtiliyor.

Heysem Topalca’nın AKP hükümet yetkilileri hakkında vereceği bilgilerle Suriye’nin BM’ye başvurabileceği ve Türkiye’nin, uluslararası hukuku hiçe sayarak terör örgütlerine yardım ve yataklık ettiğini belgeleyebileceği ifade ediliyor. Bu durumun Türkiye’yi uluslararası kamuoyu nezdinde zor durumda bırakacağı, ay zamanda BM’nin yaptırım kararı alabileceği belirtiliyor.

Heysem Topalca Suriye’de ilk ayaklanma ve saldırıyı başlatan ekip de yer alıyor

Uzunca yıllardır bölgede kaçakçılık yapan Heysem Topalca,  Suriye’de ayaklanma başlamadan önce Türkiye’ye geçerek Adil Orli, Ayhan Orli, Dr. Muhammed Şıh İbrahim, Muhammed Abdullah, Ali Muhammed Şehirli ve Yusuf Baldır ile ordu kurmaya başlayan, Heysem Topalca’yı 300 kişilik bir grupla ilk saldırıyı başlattığı iddia ediliyor.

Bu grubu Türkiye Devlet yetkililerin çağırdığı, eğitimden geçirdiği ve ailelerine bakacakları, maaş ödeyecekleri sözünü verdiği, bunun özerine de birkaç aylık hazırlık sürecinden sonra Suriye’ye geçerek saldırı, Karakol ve kamu görevlilerinden başlamak üzere Alevi halka dönük katliamları gerçekleştirdikleri ifade ediliyor.

Suriye’den Türkiye’ye ayaklanma öncesi gelerek hazırlanan komploda yer alan çok az sayıdaki kişiden birisi olduğu, silah, cephane ve pek çok savaş malzemesinin Türkiye’den Suriye’ye taşınmasını sağladığı, sınırın Yayladağı’ndan Reyhanlı’ya kadar olan bölümünün kontrolünü elinde tuttuğu, geçen her türlü malzemeden rant sağladığı iddia ediliyor. Yayladağı emniyeti ile yakın ilişkide olduğu, sıklıkla emniyete girip çıktığı biliniyor.

                            İlk saldırısı Şabanlı Karakoluna

Heysem Topalca ve ekibinin Türkiye’ye geçtiği 2011 yılında ilk saldırdığı hedefin Suriye devletine ait, Kızılçat köyünün hemen karşısında olan Şabanlı karakolu olduğu belirtiliyor. 11 Suriye polisinin boğazlanarak öldürüldüğü saldırı sonrasında, halkı provoke ederek, Suriye ordusu bunun intikamını almak için köyleri basacak ve tüm Türkmenleri öldürecek diyerek, Türkiye’ye ilk toplu çıkışları organize ettiği iddia ediliyor.
Türkmen köylerinde görevli olan posta memurlarının ve orman koruma memurlarının acımasızca öldürülmesinde de yine aynı ekibin sorumlu olduğu biliniyor.


Bu Şabanlı karakolun bulunduğu yerde, Türkmenlerin Bayır Bucak taburu dediği askeri bir kamp bulunmakta ve Lazkiye köylerine yönelik saldırılar bu kamptan yapılmaktadır. Hemen yanı başında Türkiye’ye ait sınır karakolunun bulunması nedeniyle Suriye ordu güçlerinin müdahale edemediği bu kamp bölgedeki en büyük askeri üstlerden biri olarak kullanılmaya devam ediyor.

Reyhanlı katliamında adı geçiyor

Heysem Topalca’nın 12 Mayıs 2013 tarihinde gerçekleştirilen ve resmi rakamlara göre 53 vatandaşımızın yaşamını kaybettiği saldırının organize edilmesinde katıldığı iddia ediliyor.

Daha önceden tanıdığı kaçakçıların Reyhanlı sınırından mal geçiremez durma gelmelerinden faydalanarak, onlar için istedikleri malı geçireceği sözünü vererek,  araç hazırlamalarını ve belirttiği noktalara bırakmalarını söylediği iddia ediliyor. Kaçak malların yüklenmesi için hazırladıkları birisi doblo diğeri panelwan olan beyaz renkli iki aracın belirtilen adreslere bırakıldığı gün Reyhanlı patlamasının meydana geldiği, ancak patlayan araçların bu beyaz renkte olan araçlar değil diğer iki araç olduğu ifade ediliyor.

Nusra terör örgütünün gerçekleştirdiği eylemin Alevilerin üzerine yıkılmasında rol aldığı, Reyhanlı patlamasından dolayı halen aranmakta olan zanlılar tarafından iddia ediliyor. Bölgede bulunan hemen her yasadışı örgüt ile ilişki içerisinde olduğu belirtilen Heysem Topalca’nın vereceği bilgilerin Reyhanlı katliamını aydınlatacağı belirtiliyor.

Alevi köylerinin basılarak, insanların katledilmesi

Heysem Topalca ve gurubun, 5 Ağustos 2013 tarihinde Alevi köylerinin basılarak 1500 sivil insanın öldürülmesi eylemine katıldığı, köyleri yağmalayarak, ganimetleri Türkiye’ye getirerek sattığı iddia ediliyor.
Bilindiği gibi 12 Ekim tarihinde sınıra yakın Alevi köyleri basılarak, yakılmış, köyde bulunana sivil vatandaşların bir kısmı saldırı anında kesilerek katledilmiş, bir kısmı ise rehin olarak alınmıştı. Tüm varlıkları yağmalanan ve köyleri yakılan Alevi kadın ve çocuklar bir bölgeye toplanarak kalkan olarak kullanılmış, daha sonra ise, vahşice katledilerek toplu mezarlara gömülmüştü.

Alevi köylerine baskın yapan ve köyleri yağmalayan gruplar arasında  Heysem Topalca adamlarının ilk saldıranlar arasında yer aldığı, kadınlara tecavüz edildikten öldürülmesi katliamına katıldığı iddia ediliyor.

Heysem Topalca kimdir?

Suriye’de yüzlerce sivil ve masum vatandaşın katledilmesinde bir zat katılan Topalca, Türkiye’ye Suriye de çatışmalar başlamadan önce gelip, sınır köylerinde eğitim alan, Türkmen bölgesinde ki ilk ayaklanmayı Suriye polis karakollarına saldırarak organize eden kişilerden birisi.  Suriye Şabanlı karakolunu basarak 11 polisi keserek katlettiği, mallarına el koymak için a onlarca Alevi’yi gözünü kırpmadan öldürdüğü iddia ediliyor. Uzunca süredir bölgede kaçakçılık yapan, Türkiye sınırlardan her türden malzemeyi rahatlıkla geçilebilen, acımasızlığıyla bölgede ün salmış birisi.

Türk Emniyet güçleri ile iyi ilişkiler içerisinde olduğu, Emniyete çalıştığı,  Özellikle Yayladağı Emniyet Müdürlüğüne sık gidip geldiği, 300 civarında silahlı adamı olduğu, bu adamlarıyla birlikte bölgede yağma ve katliamlar yaptığı ifade ediliyor.

Türkmen kökenli Heysem Topalca’nın ( Baba adı Muhammed) El Kaide ve diğer radikal İslamcı örgütlerin sınır geçişlerini sağlayan, cinayetlere bizzat katılan, terör çetelerine silah ve mühimmat sağlayan, Reyhanlı saldırısını organize eden kişi olduğu belirtiliyor. Tehlikeli ve acımasız olduğu sırf Alevi oldukları için onlarca insanı bizzat keserek katlettiği iddia ediliyor. Yayladağı’n da evde çocukları ile birlikte kalıyor. Evinin İmam Hatip lisesinin hemen arkasında olduğu belirtilirken, kardeşlerinin de pis işlere karıştıkları, iddia ediliyor. Türkcell cep telefonu kullanıyor.

Adana da yakalanan havan mermilerinin siparişini veren ve daha öncede birkaç tır dolusu benzer mühimmatı teslim alarak Suriye’ye geçiren kişi olarak biliniyor.

3 Aralık 2013 Salı

Heysem Topalca kimin elinde?



                                 Heysem Topalca kaçırıldı.

Adana da yakalanan havan başlıklarının alıcısı olduğu belirtilen ve polis tarafından aranan Heysem Topalca’nın kaçırıldığı iddia ediliyor.

Geçtiğimiz günler de Adana ve Konya da üretilen ve tıra yüklenerek Hatay’ın Reyhanlı ilçesine sevk edilirken yakalanan havan başlıklarının siparişini veren kişi olarak bilinen Heysem Topalca, bu olaydan sonra orta görülmemişti. Adana Emniyet Müdürlüğünün Terör ekipleri tarafından takip altında dediği, önce yakalandı diyerek açıklama yaptıktan sonra yakalanmayıp arandığını duyurduğu Heysem Topalca’nın 6 gün önce Lazkiye’nin muhaliflerin kontrolündeki sınır kasabası olan Salkin de kaçırıldığı belirtiliyor.

Konuya ilişkin alınan bilgide bir grup arkadaşı ile Salkin kasabasına giden Heysem Topalca, yemek almak üzere arkadaşlarından ayrıldıktan sonra bir daha görünmedi.  Onu arayan arkadaşları kasabanın başka bir noktasında arabasını buldular ancak kendisinden hiçbir iz bulamadılar. Cep telefonunun da kapalı olduğu belirtilen Heysem Topalca’nın kaçırılmış olduğunu belirtiyorlar.

Heysem Topalca’nın kaçırıldığını iddia ettikleri bölgenin Irak Şam İslam Devleti isimli terör örgütünün kontrolünde olduğu, Türkmen Taburunun daha önce bu grubun 4 üyesini Salkin de bir hastane önünde öldürdüğü belirtilerek, Heysem Topalca’yı bu grubun kaçırmış olabileceği iddia ediliyor.

Heysem Topalca’nın arkadaşları kendilerine ait olan Türkmen Gençliği isimli sayfalarında yayınladıkları açıklamada, Heysem Topalca’nın yaşamına bir zarar verilmemesi konusunda uyarıda bulunarak, intikamının alınacağını duyurdular.

Yayınladıkları mesajda;

“Bir Türkmen dağı kahramanlarından biri kardeş Heysem Topalca, Beş gün önce bazı arkadaşlarla Salkin de ki evine gittik, bize yemek ikram etmek istedi, Salkin’ de bir restorana gitti, dönmedi, saatlerce bekledik, dönmeyince bütün bölgeyi aradık bulmadık. Bugün aynı bölgede içinde getirdiği yemeklerle birlikte arabası bulundu Heysem kardeş yok ve kullandığı cep telefonu kapsam dışı. Biz onu kaçıranları uyarıyoruz, biz onları kim olduğu bilmiyoruz, ama onlar önümüzdeki günlerde bütün sahil direnişçilerine meşru bir hedef olacaklar.  Dikkat dikkat, kahraman Heysem Topalca ’ya karşı böyle bir hataya düşmeyin, o genellikle, sahil deki birçok askeri birlikler için ve özellikle Türkmen dağı tugayı için çok önemli bir şahsiyet sayılır. Allah onu sağ salim geri getirsin, bu haberi en geniş şekilde yayınlanması, rica olunur” açıklamasını yaptılar.

Heysem Topalca’nın bölgede gerçekleştirilen pek çok kaçırma, cinayet ve katliamlarda da ortaya çıkmış, Reyhanlı katliamında işi organize ettiği iddia edilmişti. En son Adana ve Konya da üretilerek Reyhanlı üzerinden Suriye’ye el-kaideye götürülmek istenirken yakalanan 950 adet havan mermisinin siparişinin de Heysem Topalca tarafından verildiği belirlenerek, daha önce birkaç kez ayni malzemeden sevkiyatın gerçekleştiği de ortaya çıkmıştı.

Pek çok kirli işe karışan Heysem Topalca’nın çok şey bildiği, deşifre olduğu bu nedenle susturulmak için kaçırıldığı iddiaları da bölgede ki kaynaklar tarafından seslendirilmektedir.  Aynı kaynaklar Topalca’nın MİT bağlantılı çalıştığını, kaçırılmasında da MİT’in parmağının olabileceğini belirterek, ‘Heysem deşifre olmuştu, git saklan dediler, o ortalıkta dolaşıyordu. Artık zarar vermeye başladığını düşünmüş olabilirler,” açıklamasında bulunuyorlar.

Heysem Topalca’nın Reyhanlı Katliamın ’da ve diğer pek çok kirli işlerdeki rolünün ortaya çıkartılmasını istemeyen kesimlerin artık ondan vazgeçtiğini iddia edilirken, sağ ortaya çıkmasının artık mümkün olmadığını belirtiliyor.
                               Heysem Topalca kimdir?

Suriye’de yüzlerce sivil ve masum vatandaşın katledilmesinde bir zat katılan Topalca, Türkiye’ye Suriye de çatışmalar başlamadan önce gelip, sınır köylerinde eğitim alan, Türkmen bölgesinde ki ilk ayaklanmayı Suriye polis karakollarına saldırarak organize eden kişilerden birisi.  Suriye Şabanlı karakolunu basarak 11 polisi keserek katlettiği, mallarına el koymak için a onlarca Alevi’yi gözünü kırpmadan öldürdüğü iddia ediliyor. Uzunca süredir bölgede kaçakçılık yapan, Türkiye sınırlardan her türden malzemeyi rahatlıkla geçilebilen, acımasızlığıyla bölgede ün salmış birisi.

Türk Emniyet güçleri ile iyi ilişkiler içerisinde olduğu, Emniyete çalıştığı,  Özellikle Yayladağı Emniyet Müdürlüğüne sık gidip geldiği, 300 civarında silahlı adamı olduğu, bu adamlarıyla birlikte bölgede yağma ve katliamlar yaptığı ifade ediliyor.

Türkmen kökenli Heysem Topalca’nın ( Baba adı Muhammed) El Kaide ve diğer radikal İslamcı örgütlerin sınır geçişlerini sağlayan, cinayetlere bizzat katılan, terör çetelerine silah ve mühimmat sağlayan, Reyhanlı saldırısını organize eden kişi olduğu belirtiliyor. Tehlikeli ve acımasız olduğu sırf Alevi oldukları için onlarca insanı bizzat keserek katlettiği iddia ediliyor. Yayladağı’n da evde çocukları ile birlikte kalıyor. Evinin İmam Hatip lisesinin hemen arkasında olduğu belirtilirken, kardeşlerinin de pis işlere karıştıkları, iddia ediliyor. Türkcell cep telefonu kullanıyor.

 Adana da yakalanan havan mermilerinin siparişini veren ve daha öncede birkaç tır dolusu benzer mühimmatı teslim alarak Suriye’ye geçiren kişi olarak biliniyor.




1 Aralık 2013 Pazar

‘Sarin gazı’ terör örgütlerinin eline nasıl geçiyor?


       ‘Kimyasallar’ terör örgütlerinin eline nasıl geçiyor?

Geçtiğimiz Mayıs ayında Adana'da yapılan El Kaide operasyonunun ardından savcının hazırladığı iddianamede çarpıcı bilgilere yer verildi. İddianamede, El Nusra ve Ahrar-ı Şam örgütlerinin Türkiye'den büyük miktarda sarin gazı ile kimyasal silah yapımında kullanılan madde temin etmeye çalıştığı belirtildi. İddianamedeki detayları Rusya’nın Sesi Radyosu’na değerlendirdim.

Adana’da Mayıs ayında 11 El Kaide militanına karşı yapılan “sarin gazı” operasyonuna ilişkin iddianamede ilginç detaylara yer verildi. İddianamede, militanların “sarin gazı” yapımında kullanılan kimyasalları Türkiye’den temin ettikleri belirtildi. Sanıklar ifadelerinde temin edilen kimyasallarla “sarin gazı” üretemediklerini söyledi. Ancak savcı şüphelilere ilişkin “Temin etmeye çalıştıkları maddelerin sarin gazı oluşturulabileceğini bilmediklerinin doğru olmadığı” değerlendirmesini yaptı. Operasyonun ardından, örgüt lideri olarak gösterilen Suriyeli 35 yaşındaki Hytham Qassap dışındaki tüm sanıklar savcılık sorgusunun ardından tahliye edilmişti.

İddiaları gündeme ilk taşıyan Yurt Gazetesi Yazarı Ömer Ödemiş, iddianamedeki detaylara ilişkin Rusya’nın Sesi Radyosu’nun sorularını yanıtladı.

“20 TON SARİN GAZI TALEBİ”
 İddianamede neler yer alıyor?

Bu iddianamenin içinde kimyasal silah yapımında kullanılan malzemelerin temin edildiği ve bu malzemelerin kimyasal yapımında kullanılacağının telefon kayıtlarıyla tespit edildiği ve bunların Suriye’ye Türkiye’den taşınacağı çok net bir şekilde yer alıyor. Ancak 200 litre kadar bir kimyasal var. Ama temin edilmeyip de talep edilen yaklaşık 20 ton kadar. Bunların hepsi telefon kayıtlarından iddianameye girmiş durumda.

SURİYE KİMLİKLİ 1 KİŞİ CEZAEVİNDE

Bunlardan 5 kişi bu olaydan dolayı gözaltına alınmış. Bunlardan Suriye kimlikli olan bir kişi hala içeride yatıyor. İddianamede detaylar veriliyor ancak polis kriminoloji raporunda şöyle bir ifade var: Bu kimyasal maddeler yan yana getirildiğinde sarin gazı olabilir. Sarin gazı zaten tek başına bulunan bir gaz değil. Yan yana getirildiğinde oluşturulan belli kimyasalların yan yana getirildiğinde oluşturulan bir şey. Bu maddelerin o amaçlı temin edildiği, kimyacılar tarafından, sarin gazı ortaya çıkacağı çok net bir şekilde belirtiliyor. Bu amaçla tedarik etme çalışmaları da zaten telefon konuşmalarından ve kendi ifadelerinden, itiraflarından çok net anlaşılıyor. İddianamenin çerçevesi bu.

“YURT GAZETESİ OLARAK UYARMIŞTIK”

Ancak burada daha önemli bir husus var. Biz bu kimyasal maddeler yakalanmadan çok önce 7 Aralık tarihinde Yurt gazetesinde bir haber yapmıştık. Haberde, “Türkiye’de Gaziantep’de sarin gazı üretiyorlar” demiştik ve devleti uyarmaya çalışmıştık.

“KİMYASALLAR TAVŞANLAR ÜZERİNDE DENENİYOR”

Bir video o zaman elimize geçmişti. Bu videoda, Bursa’da bir fabrikadan alındığı belli olan belirli kimyasal maddeler karıştırılarak gaz üretiliyor ve gazlar da tavşanlar üzerinde denenerek test ediliyordu.

KİMYASALLARI NASIL TEMİN ETTİLER?

O kimyasalı üreten fabrikalarla iletişim kurmuştuk “Sizin gazlarınız bu güçlerin eline nasıl geçiyor? Bunlar izne tabi kimyasallar” dediğimizde “Biz son tüketiciye doğrudan mal satmıyoruz. Bölge temsilciliklerimiz var. O temsilciliklerimizde de bu maddeleri alma yetkisi olan firmalara satış yetkileri var” denmişti. Fabrikanın açıklamasından anladığımız, bu kimyasallar, satın alma yetkisi olan belirli kurumlar üzerinden çıkartılarak temin edilmiş. Bunlar hastaneler ya da kimya laboratuvarları gibi. O dönem 7 Aralık tarihinde test edip kullanma yemini ettikleri gazı ürettikleri ve daha sonraki süreçte kullandıkları ortaya çıkıyor. Adana’da yakalananlar da zaten bu malzemeleri Gaziantep’ten temin ettiklerini söylüyorlar. Gaziantep üzerindeki firmalardan alınmış. Bu iki haberi birleştirdiğimizde, iki farklı durumu, 7 Aralık 2012'de yaptığımız haberin peşine düşülüp de sağlıklı olarak hukuki bir soruşturma yapılmış olsaydı daha sonra Adana’da ele geçirilen o kimyasallar ortaya çıkmazdı. Suriye’de kullanıldığı söylenen o kimyasallara müdahale edinilmiş olunurdu.”

“MAHKEME BU KİŞİLERİ SERBEST BIRAKABİLİR”
 Bundan sonra neler olacak?

Bunlar zaten Suriyeli. Bunların hiçbir yasal durumları yok Türkiye’de. Yasal girişleri dahi yok. Mahkeme bu kişileri “Biz kimyasal madde aldık sadece, biz yapmayacaktık dediğinde salıverecektir büyük bir ihtimalle. Bir kısmını tepkiler yoğun diye biraz tutacaktır. Sonuçta önemli olan mahkemenin olaya nasıl baktığı ve hangi noktadan baktığı. Mahkeme bunları “sadece ayrı ayrı maddeler alan ve izinsiz taşıyan, temin edenler” olarak değerlendirirse kısa bir süre sonra salıverilecektir. İnsanlık suçu işleme niyetiyle harekete geçmiş bir yapıyı tahliye ederek aramıza salacaktır. Cezaevinde sadece Ethem Kasap adlı bir Suriyeli yatıyor.(Daha sonra o kişide serbest bırakıldı.)

TÜRKİYE AÇISINDAN SAKINCALI BİR DURUM VAR MI?
“Türkiye kimyasal silah yapımında kullanılan maddeleri Suriye’ye temin ediyor gibi bir imaj oluşuyor mu? Türkiye açısından da sakıncalı bir durum var mı burada?

Bir kere Türkiye’de üretiliyor, Türkiye’de bu maddelerin bulunması başlı başına Türk insanları açısından çok ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bu insanların yalnızca orada kullanacaklarının bir garantisi yok. İkinci açıdan baktığımızda bu insanlık suçu zaten. Hangi ülkede, hangi amaçla, hangi insana karşı kullanacakları çok önemli değil. Özellikle Hatay, Adana, Gaziantep, Urfa gibi sınır bölgelerinde hukuk tanımıyorlar. Silahla dolaşıyorlar, sağa sola gidiyorlar, yasağa giriyorlar-çıkıyorlar karşı tarafta katliam yapıyorlar, malzeme götürüyorlar, silah götürüyorlar. Ve biz bağırıyoruz “Türkiye bir hukuk devletidir, bunlara izin vermemeli “diye. Kimse dinlemiyor. Tabi bunların bir bedeli kaçınılmaz olacak gibi görünüyor.

“EL KAİDE VE NUSRA BİR GÜN TÜRKİYE’YE DE SALDIRABİLİR”

Yarın bir gün “El Kaide, Nusra seni almıyoruz” dendiğinde bu insanlar Türkiye’de eyleme geçebilecek kapasitede. Gizli ölü hücreler oluşturduklarını da tahmin ediyorum. Bir gün Türkiye halkına ve Türkiye devletine de çok rahatlıkla, pervasızca da yönelebilirler. Peki yöneldiklerinde şuan rahatlıkla elde ettikleri ve de üretebildikleri o gazlar ne olacak? Kullanmayacaklarının bir garantisi yok, çünkü bu insanlar, kafa kesen, vahşete varan cinayetler işliyorlar. Hiçbir ideolojik ve siyasal formasyona uymayan insanlar. Ne olacak? Türkiye halkını böyle bir vahşetle, böyle bir vahametle karşı karşıya bırakmanın siyasal sorumluluğunu kim üstlenecek? Sıkıntı burada.”