18 Ekim 2008 Cumartesi

AY GÜNEŞİN TAŞERONU


Yıllar sonra gecenin erken çöken bir vaktinde, yoksul bir mahallenin arka sokaklarından birinde karışlaşıyoruz onunla. Gözleri parlıyor ve sımsıkı kucaklaştıktan sonra bizi hemen oralardaki bir meyhaneye davet ediyor. Eski masaların üzerine sarı kağıtlar serilmiş küçük hizbe bir yer. Kafamı kaldırıp diğer müşterilere bakıyorum. Burunları kızarmış, eli yüzü yaralı, sakallı ve yıkıntı tipler.
“Mekanın fena değil hoca” diyorum. Ağır bir ses tonuyla “Yabancı değil” diyor,
ve sonra içeriye doğru seslenerek,
“Kulaksız misafirlerimize bak” diyor.
Elinde kirli beziyle kulaksız geliyor. Masamızın sarı kağıtlarını değiştirip,
“Ağalar hoş geldiniz, Hocamın misafirleri bizimde misafirimizdir, emredin,” diyor.
Hoca biraz alttan gülümsemekle yetiniyor.
“Rakı söylüyoruz hocam” diyorum.
“Benimki aynen,” diyor.
Kulaksız tamam anlamında kafasını sallayıp gidiyor. Bir süre sonra elinde bir küçük rakı şişesi ve bir bira bardağı, yarısına kadar dolu ve yanında da bir bardakta votka getiriyor. Hocam votka bardağını alıp biranın içine boca ediyor ve bize dönüp,
“Benim var ya özel içkim bu, rakı kesmiyor,” diyor, yorgun, kararmış gözlerini bir parça aralayarak. Rakıyı bardağa boşaltırken,
“Buz yok mudur” diye soruyorum, hocam hemen atlayıp,
“Kulaksız buz getir,” diyor. Kulaksız ezik büzük masaya gelip
“Yok ağbi’, ama sağa sola baktırayım bulabilirsen getiririm,” diyor.
Yıllardır görmemiştim Rahmi hocayı. Arada bir hakkında haberler alıyordum ama görüşmemiz hiç olmamıştı. Fizik hocasıydı, öğretmenlikten atıldığında. Batakhanelerin en kültürlü adamıydı yani. Ailesi zengin ve ünlü bir aileydi. Ancak bundan artık umut kesmişler ‘allah belasını versin deyip, ellerini eteklerini çekmişlerdi. Rahmi hoca tam bir alkol denizi olmuş ne bulursa onu içer hale gelmişti. Saçları beyazlaşmış, gözaltlarında ki kıvrımlar karartıdan görünmez olmuştu.
“Eeee Hoca anlat bakalım neler yapıyorsun, nerelerdesin, içmek dışında nelerle uğraşıyorsun,” diye söze girdim.
Hocam hızlı hızlı anlatmaya koyuldu. Hep hızlı konuşur, anlattıklarını ellerinin hareketleriyle destekleyerek, inandırıcılık sağlamaya çalışırdı. Yine elli kollu anlatmaya başladı.
“Hep projelerle uğraşıyorum. Yeni yeni iş bağlantıları filan. Almanlar geçen ay altı milyon dolarıma el koydular şerefsizler. İsveçliler Karadeniz’i kurtarma projemi çaldılar. Ne projeydi ama, yıllarımı almıştı, mükemmel bir iş olacaktı ama ah İsveç yok mu anamı belledi. Şimdi Türkiye ye onlar satıyorlar projeyi tam on milyon dolara. Biliyorsun ağa Karadeniz bir iç deniz. Yani hareketsiz bir deniz. Hareket olmayınca ne olacak zamanla. Deniz dolacak ve sonrada deniz diye bir şey kalmayacak ortada. Onun acil olarak kurtarılması gerekli. Nasıl olacak bu? Denize hareket kazandırmak gerek. Ben projemde, bir kanal açarak Karadeniz’in Hazar deniziyle birleştirilmesini getirmiştim. Bu kanal sayesinde Karadeniz harekete kavuşmuş olacak ve zamanla kaybolması önlenecekti. Ama şu İsveçliler yok mu, anamı bellediler, projemi çalıp, sattılar. Gitti paralar. Ama ben onlara göstereceğim, bunun hesabını onlara soracağı. Onların işini bizim Yiğitsen uslandır Ahmet’e verdim. Git oğlum dedim Şu İsveçlilerden alacağımızı tahsil et, dedim. Yakında halledeceğim onu ya.”
Hoca susup içkisinden yudum almaya yöneldiğinde ben donup kalmıştım. Şaşkınca yanımda ki arkadaşa bakıp duruyordu. Oda bana bakıp, sırıtarak,
“Daha hocamın ne projeleri var bir dinlesen,” diyor.
Ben şaşkınca hocaya bakıp,
“Hoca neler diyon sen, akıllı ol biraz” dememe kalmadı, hemen atıldı.
“Ya sende inanmıyon değil mi bana, bir gün herkes anlayacak gerçeği, bu hoca bu sacları boşuna ağartmadı. Ben sürekli okuyorum, var ya, evimde sadece kitaplar var, silme kitap dolu. Akşam oldu mu ben, buralarda yükümü tutar kafamı iyi eder, doğru evin yolunu tutarım. Sonrada oturur okurum, ağa, saatlerce okurum. Sonra okumaktan yorgun düşer oracığa sızar kalırım. Bu gördüğün hoca boş değil sen bilirsin beni.”
“İyide hoca boş ver sen Karadeniz’i kurtarma projesini de önce kendini kurtarma projesi hazırlasan. Yani kısa sürede kendimi nasıl kurtarırım diye biraz düşünsen daha akıllıca olmaz mı” diyorum.
Olgun bir edayla sırıtarak birasından büyük bir yudum daha alıyor.
“Biz önce halk diyenlerdeniz. Ben öğretmenliği neden bıraktım ha seninle yatmadık mı içerde. Böyle bir derdim olmasa mis gibi hocaydım, bizimkilerinde halı vakti yerindeydi. Yaşar giderdim. Yok yok bizim için önce insanlık, biz nasıl olsa kurtuluruz” diyor.
Anlamaya çalışıyorum, numaramı yapıyor yoksa gerçekten kafayı çizdirmiş mi diye. Çok yakından tanıdığım biriydi hoca. Hep bir miktar içerdi ama hiç onu böyle görmemiştim, Gözlerinin içine bakıyorum o konuştukça, hafifçe tebessüm edip, konuşmasını sürdürüyor Arada bir beni gösterip diğer arkadaşa
“Bu adam var ya bu adam, delikanlı bir adam. Beni ötmedi, ötseydi bende onun gibi yıllarca içerde kalırdım. Böyük adamdır, “deyip birasını sonlandırıyor.
Biten bardağı Kulaksıza doğru gösteriyor,
“Getir evladım” diyor.
Geçmişi iyi hatırlıyor. Sorunu bu günle ilgili olmalı diye düşünüyorum. Yeni gelen birasına yine yarısına kadar votka dolduruyor ve
“Ağa sen içmeyi unutmuşsun hadi daha çok içeceğiz, yanımıza gelmişsin bunu kutlamayacak mıyız, hadi kaldır kadehini,” deyip bardağını benim bardağımla tokuşturup bir dikişte yarılıyor.
Bana doğru hafifçe eğilip,
“Geçenlerde buradan çıkıyordum, kafamı iyi etmişim, dev bir proje biçimlenmiş kafamda, hemen eve gidip, yazayım, üzerine biraz daha düşünüp, geliştireyim diye düşünürken, çıkışta saldırıya uğradım. Aha şu köşe başında üç beş tane uzaylı saldırdı bana ve yıkılmışım. Dinime kitabıma akılımı okumuşlar ve bakmışlar onlar için zararlı bir proje beni hemen çıkışta yıktılar ağa. Boştu üzerim o gün. Ama adamlara helal olsun ne teknik geliştirmişler. Kendilerine zararlı olacak düşünceyi daha filizlenirken öğrenip saldırıyorlar.”
Gözlerim bir kez daha büyümüş, hayretler içinde dinliyordum hocayı. Artık dayanacak halim kalmamıştı, kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Bir yandan gülüyor bir yandan da hocaya
“Birahanenin hesabını ödemediğin için dayak yemiş olmayasın hoca, bilirsin bar sahipleri de uzaylılar gibi döver adamı, allahsızdırlar,” dedim.
Hoca birden ciddileşti, yüz hatları gerildi,kaşları çatıldı.
“Hocayı basite alma, burada hiçbir Allahın kulu bırak bana yanlış yapamaz,”diyerek kafasını birahanedeki diğer içicilere doğru çevirdi.
Herkese ters ters bakıyor, el,kol ve göz işaretleriyle tafra atıyordu. Kesin gene dayak yiyecek diye düşünüyordum. Batakhanede oturan bizden başka beş altı kişi vardı. Hepsi de kayık tiplerdi. Kocaman kızarmış buranları ve çökmüş göz altlarıyla tam bir döküntü mezarlığıydı. Hiç kimse hocanın gözlerine bakmıyor, başlarını eğip içkilerinden sabırla bir yudum daha alıp olayın dışında kalmaya çalışıyorlardı. İkinci bira votka karışımı içkisini bitirdiğinde sert hareketlerle
“Gel lan buraya kulaksız , içkimi tazele... Ha bana burada saldıracak delikanlı var mı ha, sen bilirsin, söyle ha var mı,” diye soruyor.
Kulaksız bize doğru dönüp yarı keş haliyle,
“Yok hocam başımızın üzerinde yerin var sana buralarda kimse numara çekemez,” diye yanıtlıyor.
Sesi sıkıntılıydı. Bize anlamlı anlamlı bakarak,
“Hoca bizim ağbimiz, siz rahat olun ağalar”deyip boş bira bardağını alıp ağır hareketlerle uzaklaşıyor...
Hoca içtikçe sertleşmiş, saldırgan bir hal almıştı. Hocayı biraz rahatlatmak için
“Neyse hoca boş ver hadi içelim, güzelleşelim” deyip kadehimi kaldırdım.
Yeni gelen özel karışım birasından yarılayan bir yudum daha aldı. Elleriyle ağzını silip, kafasını bana doğru yaklaştırıp,
“Sen bir tanesin, senin gibi delikanlı adam tanımadım daha, ama şu yanında ki adama güvenme, tırı vırı bir adam, taşıma yanında” diyor,. “iyidir hoştur ama seni bir olayda hemen satar.”
Elimi omuzlarına atıp hocayı biraz daha kendime çekip
“Hoca beni bilirsin, benim o taraklarda bezim olmaz, sen rahat ol ben herkesi tanırım,” diyorum.
Tam sözüme devam edip onu biraz fırçalayayım diye düşünüyordum ki yeniden söze girip,
“Şu ay var ya ay, bildiğimiz ay, dinime kitabıma bir boka yaramaz. Taşeron, güneşin taşeronu. Güneş olmasa ne bok yiyecek ha, sorarım sana? Kendinde zerre ışık yok gündüzleri güneşten biriktirdiği ışıkları gece bize satıyor. Başkada hiçbir numarası yok” diyor.
Ne diyeceğimi şaşırıyorum. Gülmeli miyim. Ağlamalı mıyım, bilemiyorum. Şaşkın bir halde hocanın yüzüne baka kalıyorum O ısrarını sürdürüyor.
“Şerefsizim bir numarası yok ya”
“Haklısın hoca” dedim “ben bunu hiç düşünmemiştim. Helal sana. Hadi iç biranı da gidelim artık.”