3 Nisan 2012 Salı

ÇULUN İÇİNDEKİ ASLANLAR


İNSANLIK DRAMI

ÇÖP TOPLAYIP, ÇÖP İÇİNDE YAŞIYORLAR

Başkent Ankara’nın Balgat/ Çukurambar semtinde milyon dolarlık binalar arasında yaşam mücadelesi veren insanlar yürekleri sızlatıyor. Çulun içindeki aslanlar, çöp toplayıp satarak çöp içinde yaşıyorlar.

Başkentin orta yerinde bir insanlık dramı yaşanıyor. Yoksulluk insanlığın sınırlarını değil yürekleri sızlatıyor, . Yıkıp paramparça ediyor. Çocukların gözlerindeki ışık öfkeye dönüşmüş,  tüm umutları neredeyse tükenmiş.  Henüz yaşamın ne olduğunu bile anlamadan,  yaşamın gerçekleri bir hançer gibi küçücük göğüslerine saplanmış. Ecevit’in bir zamanlar yazdığı gibi “ çulun içindeki aslan”  bu çocuklar. Aslanın öfkesini taşıyorlar.

Yaşam diye bu çocuk yaşlarında, yalnızca açlık ve sefaleti tanımışlar. Toplumdan dışlanmışlıklarının da ötesinde bir parça ekmek ile tutunmaya çalışıyorlar, yenik düştükleri dünyaya. Yarına ilişkin umutlarını bu günden tüketip, gizlendikleri karanlıkta ayak diretmeye çalışıyorlar. İnsanlık bir kez daha yıkılıyor, Ankara’nın milyon dolarlık konutlarının, iş merkezlerinin yanı başında.

Bir yoksulluktan bir yoksulluğa göç etmişler. Umut diye geldikleri Başkent Ankara’nın orta yerinde belki de son umutlarını da tüketmişler.

Buradaki ailelerden ilki, Çöplerin arasından işe yarar diye topladıkları çöpleri satıp, çöplerle birlikte yaşıyorlar. Ev diye oturdukları dört duvar arasında Elektrik ve sudan yoksun bir yaşam. Her yan kir pas içerisinde. Ailelerden biri iki çocuklarıyla yıkıntılar arasında, sağdan soldan buldukları döküntülerin üzerinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Simsiyah bir tencere sahip oldukları yegâne yemek kapları. Buldukları hemen her şeyi bu tencerede pişirmeye çeviriyorlar.

İkinci ailenin de farkı yok ilkinden. Onlar da, elektriği ve suyu olmayan, yıkılmaya yüz tutmuş bir gecekonduda,  altı çocuklarıyla yaşıyor. Odaların duvarları simsiyah, her yanı açık, buz gibi hava içeride duvarları yalıyor. Birkaç çul, yatağa benzer bir yığıntı dışında ve boş bir mutfak. Üst üste yatıp kalkarak gün tüketiyor insanlar burada. Bir de bu viraneye kira ödüyorlar. Bu harabeden bile kira alan, ölü soyucu vicdansızların eline düşmüşler. Kâğıt ve plastik toplayıp, yemeyip içmeyip yan yana getirdikleri üç kuruşu kira diye bu harabeye veriyorlar.

Bir tek yeşil kartları varmış devletten aldıkları, onu da kaybetmişler. Kandırıldıklarının farkındalar, tek kuruş sosyal güvenlik pirimi ödeyecek halleri yok. Okula gidiyor evin büyük kızı Hasret. Okulda; yoksulluğunun, açlığının, sefaletinin nedenlerini öğrenecek belki de. Bir kez daha yüreği sızlayacak büyük bir olasılıkla, yenik doğduğu bu yaşamda, kendisine düşenleri öğrendiğinde.

Bu insanlar depreme değil, yaşama yenik düşmüşler. Dünya yıkılmış üzerlerine. Çırpınışları, çaresizliğe dönüşmüş. Ne güvenleri balmış nede bir beklentileri. Hasret koymuşlar çocuklarının adlarını, belki de güzele olan özlemlerini yaşatmışlar, gelecek diye belledikleri çocuklarında.

Yoksulluktan kaçmışlar Gaziantep’ten. Kaçmışlar da, kurtulamamışlar. Yoksulluk kader gibi sinsice peşlerine takılmış. Kurtulmaya çalışmışlar, olmamış, devlet demişler, umut bağlamışlar, olmamış.  Çırpındıkça batmışlar. Umudu yitirip, öfkeye geçmişler.

Hani zenginleşmiştik, hani Türkiye büyük ülkeydi.  Bu iki aile ne olup bittiğinin farkında bile değil belki. Kendilerine söylenen masalları dinlememiş de olabilirler.

Bu ülkeyi yönetenlerin bu insanlık dramı karşısında sessiz kalmaları insanlık adına daha da utanılacak bir durum.  Umudu kırılmış bu çocukların, her gün biraz daha büyüyen öfkeleri, ülkeyi yönetenlerin vurdumduymazlıklarının peşini asla bırakmayacak. Ve bu çocukların öfkeleri gök gibi gürleyip, kâbus gibi çökecektir üzerlerine.