8 Aralık 2013 Pazar

AKP'nin Suriye yenilgisi



                                         
                                                 AKP’nin Suriye yenilgisi

Suriye rejimi ABD ve bölge işbirlikçilerinin bölgede egemenliklerini yaygınlaştırmak için hayata geçirmek istedikleri politikalara geçit vermediği için hedef seçilerek iç savaşa sürüklendi. Arap baharı denilen süreçte Şam’ı ziyaret eden ABD ve Türkiye Dışişleri bakanı Davutoğlu açık açık Beşar Esad’da yollarına çıkmamasını istemişti. Hizbullah’a bölgede verilen desteği hemen kesmesi, İran ile ilişkilerini sınırlandırması, Filistin davasını kendi davası olarak görmekten vazgeçmesi, Müslüman kardeşler örgütünü yasal hale getirerek meclise girmesine izin vermesi isteniyordu. Suriye tüm telkinlere rağmen ikna olmadı. Bölgede çıbanbaşı gibi dayatmacı politikaların karşısında duruyor, tarihsel müttefiklerinden ve siyasal duruşundan taviz vermiyordu.

Arap Baharı denilen uydurma dalga zorlamalarla Suriye’ye taşındı. Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve ABD Suriye’de demokrasi istiyordu! Irak’a götürdükleri gibi Suriye’ye de demokrasi götürmek için düğmeye basıldı. Senaryolar oluşturulup, gizli servis destekli operasyona girişildi. “Arap Baharı” kan ve gözyaşı ile Suriye’ye taşındı.

Arap baharı diye medya destekli Orta Doğu operasyonu, Tunus, Mısır ve Libya’dan sonra Suriye hamlesinde adeta duvara çarpıyordu.  ABD’nin ve bölge gerici ülkelerinin demokrasi teranesi ile yaygarasını yaptıkları Arap Baharı, Suriye de üzerinde şekilleneceği ciddi bir dinamik bulamamış ve iş devşirme cihatçılara kalmıştı.
Para ve vaatlerle kandırılan küçük bir gurup zorlamalarla harekete geçirilmiş ve birkaç kentte gösteriler düzenlenmişti.  Cuma namazları gösteri için kullanılmış, Müslüman kardeşler ülkede ayaklanma varmış görüntüsü yaratma telaşıyla düzmece senaryolar üretilmişti. Tutmadı. Suriye halkının yüzde 70’lik büyük bir bölümü mevcut rejimi desteklemeye devam etti. Savaş kızıştıkça da, bu destek fiili savunma gücüne dönüşerek sistemin sigortası oldu. Bu gün Suriye de ki direniş bu gücün üzerinde şekillenmektedir.
Suriye bir anda tüm dünyanın ve Türkiye’nin ana gündem maddesi haline dönüşmüştü. Herkes Suriye de yaşananları Mısır, Tunus ve Libya gibi kısa sürede Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanacağını, sözde baharın Bu ülkede de zemin bulacağını düşünüyordu.

Suriye’yi hiç tanımayanlar böylesi ahmakça yorumlarla Esad diktatör ve gitmeli söylemini Arap Baharı denilen uydurma senaryonun arkasına gizliyorlardı. BAAS rejimim Suriye’deki 40 yıllık iktidarının yarattığı kalıcı sonuçları bilmeyen, göremeyen bu anlayışlar, Müslüman kardeşler hamlesini bile demokrasi talepli halk hareketi olarak lanse ediyorlardı. Hemen herkesin ağzından Esad diktatör gitmeli sözü pervasızca dökülüyordu.

Suriye de demokrasi isteyenler, buna Suriye halkının karar vermesi gerektiği gerçeğini de bir çırpıda yok sayıyorlardı. Merkez medyanın ideolojik bombardımanıyla, koro halinde “Esad gitsin” söylemi sağ ve yozlaşmış solda söylem olarak dayanaksız olarak seslendirilerek, farklı düşünenlerin taraf olmasının önüne set çekilmeye çalışıldı.

BAAS’cılık yâda Esadcılık türü uydurma suçlamalar, bölge gericiliğinin ve ABD’nin bu operasyona karşı çıkanlara yafta olarak yapıştırıldı. “Esad diktatör” diyerek söze başlamak nerdeyse zorunlu bir dayatmaya dönüştü.

Suriye de ki rejimin ne olduğu, halkın yaşamına nasıl yansıdığı, BAAS Partisinin halk nezdindeki desteğinin hangi ölçüde olduğu, rejimin hangi kesimler tarafından oluşturulduğu gibi pek çok bilgiden mahrum siyasetçiler Suriye konusunda hata yaptılar. AKP hükümetinin Alevi diktatörlüğü diye lanse etmeye çalıştığı BAAS rejimi mahkûm edilmeye ve halk diye gördükleri dinci radikal İslamcıların ayaklanması ise devrimci atılım olarak sunulmaya kalkışıldı.

Bu süreçte Suriye’de gerçekte nelerin yaşandığını, BAAS rejimin nasıl bir iktidar yapısına sahip olduğunu, halkın ekonomik ve sosyal yaşamına nasıl yansıdığı anlatmak bizler düştü. Düzlerce haber ve makale yazarak Suriye anlatmaya çalıştım. Komşu ülkemizde gerçekte nelerin yaşandığını, muhalif denilen katillerin neler yaptığını gözler önüne sererek barış söylemini seslendirmeye, katliamların durdurulmasına dönük toplumsal bir bilinç yaratılmasına katkı sunmaya çalıştım.

Bu gün gelinen noktada bu çabamda ciddi olarak başarılı olduğumu görüyorum. Türkiye halkının önemli bir kısmı AKP’nin kirli Suriye politikasına onay vermeyerek, karşı durmaktadır.  Suriye de mevcut rejim, 3 yıla yakın bir süredir maruz kaldığı gerici saldırılar karşısında başarılı olarak, geniş bir halk desteğini artırmıştır. Suriye halkı vatan savunması olarak gördükleri bu savaşta aktif olarak yer almış ve devşirme cihatçıların ilerlemesini durdurarak pek kentten temizlenmesini başarmıştır.

Bu gün itibarıyla 14 kentten 13’ün de Suriye ordusu ve mevcut rejim denetimini sürdürmekte ve kamu hizmetleri verilebilmektedir. Belediye hizmetleri, sağlık hizmetleri ve eğitim hizmetleri sorunlu kimi bölgeler dışında devlet güçleri tarafından verilebiliyor. Devlet memurları tün yaşananlara karşın maaşlarını düzenli olarak alabiliyorlar. Mevcut rejimin kontrol ettiği devlet mekanizması tüm kurumlarıyla işliyor. Çöktü çöküyor denilen BAAS rejimi kendi iç sorunlarını da tartışarak ülkede etkinliğini ve kontrolünü sürdürüyor.

Türkiye’nin Suriye politikasında ki tüm ön belirlemeler boşa çıktı. Sabah Halep te kahvaltı yapıp, öğlen namazını Şam’da ki Emevi camiinde kılmak isteyen iktidar sözcülerinin söylemleri, 3 yıla yakın bir süredir direnen Suriye halkının adım adım güçlenmesi karşısında tuz buz oldu.

AKP iktidarının Suriye rejimine karşı açıkça sergilediği hasmane tutum, zaman içerisinde Suriye de ve diğer Arap ülkelerinde ciddi tepkilerin gelişmesine neden oldu. Türkiye tarihinde ilk kez, diplomatik sınırlarını aşarak komşu bir ülkenin iç işlerine, her türlü yöntemi kullanarak müdahalede bulunuyor ve bunu da açıkça yapıyordu. Kendi sınırlarını sonuna kadar açarak Dünyanın çok değişik ülkesinden Suriye’ye girmek isteyen katillere izin veriyordu. Lojistik destek, barınma ve beslenme olanağı sağlıyordu. Silahlanmalarına değişik ilişkilerini kullanarak imkân yaratıyor ve her ne pahasına olursa olsun Suriye’deki mevcut rejimi yıkmak istiyordu.

Demokrasi teranesi Irak’ta kullanılmış ve tutmuştu. Bu kez Suriye için seslendirilmeye ve yapılan tüm müdahaleler “ Suriye halkını diktatör Esad’dan kurtarmak için” yapılıyordu. Bu yalan uzunca bir süre hemen her fırsatta, Suriye politikasına neden olarak söylendi. Ancak bir süre sonra, demokrasiyi getireceği iddia edilen güçlerin insanları sırf inançlarından dolayı ya da rejime yakın diye vahşice katletme görüntüleri dünya medyasına sızmaya başlayınca, bu yalan işe yaramaz hale geldi. Diktatör diye yaygara koparttıkları Beşar Esad’a karşı destekledikleri muhalif güçlerin, demokrasi ile hiç alakası olmayan, hilafet ve şeriat isteyen radikal İslamcı güçler olduğu ortaya çıktı.

Yalan tükenmişti artık. Yalanlar ve kurgular üzerine sergilenen kirli Suriye politikası, adım adımda tökezlemeye, dökülmeye ve Türkiye’nin bölgede yalnızlaşmasına neden oldu. Artık Türkiye’nin yanında hiç kimse kalmamıştı. Katar ve Suudi Arabistan da Mısır süreci sonrasında Türkiye’nin yanından uzaklaşarak, Suriye bataklığında Türkiye’yi tek başına bırakmışlardır.

Suriye sürecine ilişkin eğer Esad kalır ise Tayyip gidecek demiştim. Ve bu konuda ısrarlı olduğumu yazdığım onlarca yazıda sürdürdüm. Dökülen bunca kandan sonra başarısızlık mutlaka baş alacaktı. Bir tarafta egemen güçlerin ve bölge gericiliğinin hedeflediği Suriye vardı, diğer tarafta ise taşeronluk görevi üstlenmiş bir Türkiye hükümeti vardı. Üstelik Türkiye hükümetinin Başbakanı Suriye meselesini şahsileştirmiş ve pervasızca tüm diplomatik sınırları aşmıştı.  Bu girişimin iç politikada da karşılığı olacak ve iki liderden birini tahtından edecekti.

Süreç Beşar Esad lehine gelişiyor. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad her geçen gün durumunu güçlendirirken, silahlı terör gruplarını ülkenin bir köşesine sıkıştırırken, Recep Tayyip Erdoğan gerek Türkiye de gerekse de uluslararası kamuoyu nezdinde inanırlığını hızla kaybediyor ve bir “değerli yalnızlığın” içine düşüyordu.