AKP’nin Suriye yenilgisi
Suriye rejimi ABD ve bölge
işbirlikçilerinin bölgede egemenliklerini yaygınlaştırmak için hayata geçirmek
istedikleri politikalara geçit vermediği için hedef seçilerek iç savaşa
sürüklendi. Arap baharı denilen süreçte Şam’ı ziyaret eden ABD ve Türkiye Dışişleri
bakanı Davutoğlu açık açık Beşar Esad’da yollarına çıkmamasını istemişti. Hizbullah’a
bölgede verilen desteği hemen kesmesi, İran ile ilişkilerini sınırlandırması,
Filistin davasını kendi davası olarak görmekten vazgeçmesi, Müslüman kardeşler
örgütünü yasal hale getirerek meclise girmesine izin vermesi isteniyordu.
Suriye tüm telkinlere rağmen ikna olmadı. Bölgede çıbanbaşı gibi dayatmacı
politikaların karşısında duruyor, tarihsel müttefiklerinden ve siyasal duruşundan
taviz vermiyordu.
Arap Baharı denilen uydurma dalga
zorlamalarla Suriye’ye taşındı. Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve ABD
Suriye’de demokrasi istiyordu! Irak’a götürdükleri gibi Suriye’ye de demokrasi
götürmek için düğmeye basıldı. Senaryolar oluşturulup, gizli servis destekli
operasyona girişildi. “Arap Baharı” kan ve gözyaşı ile Suriye’ye taşındı.
Arap baharı diye medya destekli
Orta Doğu operasyonu, Tunus, Mısır ve Libya’dan sonra Suriye hamlesinde adeta
duvara çarpıyordu. ABD’nin ve bölge
gerici ülkelerinin demokrasi teranesi ile yaygarasını yaptıkları Arap Baharı,
Suriye de üzerinde şekilleneceği ciddi bir dinamik bulamamış ve iş devşirme
cihatçılara kalmıştı.
Para ve vaatlerle kandırılan
küçük bir gurup zorlamalarla harekete geçirilmiş ve birkaç kentte gösteriler
düzenlenmişti. Cuma namazları gösteri
için kullanılmış, Müslüman kardeşler ülkede ayaklanma varmış görüntüsü yaratma
telaşıyla düzmece senaryolar üretilmişti. Tutmadı. Suriye halkının yüzde 70’lik
büyük bir bölümü mevcut rejimi desteklemeye devam etti. Savaş kızıştıkça da, bu
destek fiili savunma gücüne dönüşerek sistemin sigortası oldu. Bu gün Suriye de
ki direniş bu gücün üzerinde şekillenmektedir.
Suriye bir anda tüm dünyanın ve
Türkiye’nin ana gündem maddesi haline dönüşmüştü. Herkes Suriye de yaşananları
Mısır, Tunus ve Libya gibi kısa sürede Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle
sonuçlanacağını, sözde baharın Bu ülkede de zemin bulacağını düşünüyordu.
Suriye’yi hiç tanımayanlar
böylesi ahmakça yorumlarla Esad diktatör ve gitmeli söylemini Arap Baharı denilen
uydurma senaryonun arkasına gizliyorlardı. BAAS rejimim Suriye’deki 40 yıllık
iktidarının yarattığı kalıcı sonuçları bilmeyen, göremeyen bu anlayışlar,
Müslüman kardeşler hamlesini bile demokrasi talepli halk hareketi olarak lanse
ediyorlardı. Hemen herkesin ağzından Esad diktatör gitmeli sözü pervasızca
dökülüyordu.
Suriye de demokrasi isteyenler,
buna Suriye halkının karar vermesi gerektiği gerçeğini de bir çırpıda yok
sayıyorlardı. Merkez medyanın ideolojik bombardımanıyla, koro halinde “Esad
gitsin” söylemi sağ ve yozlaşmış solda söylem olarak dayanaksız olarak seslendirilerek,
farklı düşünenlerin taraf olmasının önüne set çekilmeye çalışıldı.
BAAS’cılık yâda Esadcılık türü
uydurma suçlamalar, bölge gericiliğinin ve ABD’nin bu operasyona karşı çıkanlara
yafta olarak yapıştırıldı. “Esad diktatör” diyerek söze başlamak nerdeyse
zorunlu bir dayatmaya dönüştü.
Suriye de ki rejimin ne olduğu,
halkın yaşamına nasıl yansıdığı, BAAS Partisinin halk nezdindeki desteğinin
hangi ölçüde olduğu, rejimin hangi kesimler tarafından oluşturulduğu gibi pek
çok bilgiden mahrum siyasetçiler Suriye konusunda hata yaptılar. AKP
hükümetinin Alevi diktatörlüğü diye lanse etmeye çalıştığı BAAS rejimi mahkûm
edilmeye ve halk diye gördükleri dinci radikal İslamcıların ayaklanması ise
devrimci atılım olarak sunulmaya kalkışıldı.
Bu süreçte Suriye’de gerçekte
nelerin yaşandığını, BAAS rejimin nasıl bir iktidar yapısına sahip olduğunu,
halkın ekonomik ve sosyal yaşamına nasıl yansıdığı anlatmak bizler düştü.
Düzlerce haber ve makale yazarak Suriye anlatmaya çalıştım. Komşu ülkemizde
gerçekte nelerin yaşandığını, muhalif denilen katillerin neler yaptığını gözler
önüne sererek barış söylemini seslendirmeye, katliamların durdurulmasına dönük
toplumsal bir bilinç yaratılmasına katkı sunmaya çalıştım.
Bu gün gelinen noktada bu çabamda
ciddi olarak başarılı olduğumu görüyorum. Türkiye halkının önemli bir kısmı
AKP’nin kirli Suriye politikasına onay vermeyerek, karşı durmaktadır. Suriye de mevcut rejim, 3 yıla yakın bir
süredir maruz kaldığı gerici saldırılar karşısında başarılı olarak, geniş bir
halk desteğini artırmıştır. Suriye halkı vatan savunması olarak gördükleri bu
savaşta aktif olarak yer almış ve devşirme cihatçıların ilerlemesini durdurarak
pek kentten temizlenmesini başarmıştır.
Bu gün itibarıyla 14 kentten
13’ün de Suriye ordusu ve mevcut rejim denetimini sürdürmekte ve kamu
hizmetleri verilebilmektedir. Belediye hizmetleri, sağlık hizmetleri ve eğitim
hizmetleri sorunlu kimi bölgeler dışında devlet güçleri tarafından verilebiliyor.
Devlet memurları tün yaşananlara karşın maaşlarını düzenli olarak
alabiliyorlar. Mevcut rejimin kontrol ettiği devlet mekanizması tüm
kurumlarıyla işliyor. Çöktü çöküyor denilen BAAS rejimi kendi iç sorunlarını da
tartışarak ülkede etkinliğini ve kontrolünü sürdürüyor.
Türkiye’nin Suriye politikasında
ki tüm ön belirlemeler boşa çıktı. Sabah Halep te kahvaltı yapıp, öğlen
namazını Şam’da ki Emevi camiinde kılmak isteyen iktidar sözcülerinin
söylemleri, 3 yıla yakın bir süredir direnen Suriye halkının adım adım
güçlenmesi karşısında tuz buz oldu.
AKP iktidarının Suriye rejimine karşı
açıkça sergilediği hasmane tutum, zaman içerisinde Suriye de ve diğer Arap
ülkelerinde ciddi tepkilerin gelişmesine neden oldu. Türkiye tarihinde ilk kez,
diplomatik sınırlarını aşarak komşu bir ülkenin iç işlerine, her türlü yöntemi
kullanarak müdahalede bulunuyor ve bunu da açıkça yapıyordu. Kendi sınırlarını
sonuna kadar açarak Dünyanın çok değişik ülkesinden Suriye’ye girmek isteyen
katillere izin veriyordu. Lojistik destek, barınma ve beslenme olanağı
sağlıyordu. Silahlanmalarına değişik ilişkilerini kullanarak imkân yaratıyor ve
her ne pahasına olursa olsun Suriye’deki mevcut rejimi yıkmak istiyordu.
Demokrasi teranesi Irak’ta
kullanılmış ve tutmuştu. Bu kez Suriye için seslendirilmeye ve yapılan tüm
müdahaleler “ Suriye halkını diktatör Esad’dan kurtarmak için” yapılıyordu. Bu
yalan uzunca bir süre hemen her fırsatta, Suriye politikasına neden olarak
söylendi. Ancak bir süre sonra, demokrasiyi getireceği iddia edilen güçlerin
insanları sırf inançlarından dolayı ya da rejime yakın diye vahşice katletme
görüntüleri dünya medyasına sızmaya başlayınca, bu yalan işe yaramaz hale
geldi. Diktatör diye yaygara koparttıkları Beşar Esad’a karşı destekledikleri
muhalif güçlerin, demokrasi ile hiç alakası olmayan, hilafet ve şeriat isteyen
radikal İslamcı güçler olduğu ortaya çıktı.
Yalan tükenmişti artık. Yalanlar
ve kurgular üzerine sergilenen kirli Suriye politikası, adım adımda
tökezlemeye, dökülmeye ve Türkiye’nin bölgede yalnızlaşmasına neden oldu. Artık
Türkiye’nin yanında hiç kimse kalmamıştı. Katar ve Suudi Arabistan da Mısır
süreci sonrasında Türkiye’nin yanından uzaklaşarak, Suriye bataklığında
Türkiye’yi tek başına bırakmışlardır.
Suriye sürecine ilişkin eğer Esad
kalır ise Tayyip gidecek demiştim. Ve bu konuda ısrarlı olduğumu yazdığım
onlarca yazıda sürdürdüm. Dökülen bunca kandan sonra başarısızlık mutlaka baş
alacaktı. Bir tarafta egemen güçlerin ve bölge gericiliğinin hedeflediği Suriye
vardı, diğer tarafta ise taşeronluk görevi üstlenmiş bir Türkiye hükümeti
vardı. Üstelik Türkiye hükümetinin Başbakanı Suriye meselesini şahsileştirmiş
ve pervasızca tüm diplomatik sınırları aşmıştı.
Bu girişimin iç politikada da karşılığı olacak ve iki liderden birini
tahtından edecekti.
Süreç Beşar Esad lehine
gelişiyor. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad her geçen gün durumunu
güçlendirirken, silahlı terör gruplarını ülkenin bir köşesine sıkıştırırken,
Recep Tayyip Erdoğan gerek Türkiye de gerekse de uluslararası kamuoyu nezdinde
inanırlığını hızla kaybediyor ve bir “değerli yalnızlığın” içine düşüyordu.