“Peygamber efendimiz bile devlet
kurmadı”
Şam müftüsü Ahmet Bedreddin
Hassun ile Şam kentinin güvenlikli bir bölgesinde görüştük. Renkli, kişiliği ve sıcak yaklaşımları ile
güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Bizi görür görmez, Erdoğan’ı anlatmaya
başladı ve gülümseyerek; “Rahmetli Erbakan beni uyarmıştı, “Erdoğan’a dikkat
et” demişti, Erbakan ile çok kez buluştum ama en önemlisi Libya ve İran’da iki
önemli buluşmam oldu. Uyarılarında haklı
çıktı. En son 2010’da Erdoğan ile görüştüm. Devlet Başkanı Beşar Esad’a mesaj
göndermişti. Başkana ilettiğim de ‘ Başkan
“ Aman Allah korusun bizi Erdoğan’dan” dedi.”
Bir görüşmede Erdoğan, “Aleviler
ve Dürziler Müslüman mı?” diye sormuş Ahmet Hassun’a. Gülümseyerek anlatıyor; “
din bilgisi çok zayıf. Oturup anlattım. Aleviler nereden geldi, Sünniler
nereden geldi, Nusayriler nereden geldi, mezhepler nereden geldi, Sünni
tarafından mezhepler (Hanbeli, Şafii,
Hanefi) nereden geldi? Dürziler nereden geldi, Aleviler çıkıp geldikleri yerden
sonra başka neler oldu? Hepsini anlattım,” diyor.
Erdoğan’ın dini bilgisinin çok az
olduğunu söylüyor Ahmet Hassun, “ her şeye kendi partisinin ideolojisi içinden
baktığını” acı bir gülümsemeyle dile getiriyor. “Ben onu annesi öldüğünde
aradım başsağlığı diledim. Ancak o oğlum öldürüldüğünde kesinlikle aramadı,
başsağlığı dilemedi. Beklemiyordum ama bilinsin istiyorum,” diyor.
Başbakan Erdoğan’ı İstanbul
belediye başkanlığı döneminden beri tanıdığını söyleyen Hassun: “Erdoğan benim
Şam’ı terk edip, Türkiye’ye gelmemi istedi. Ancak ben Türkiye de köle gibi
yaşamaktansa, Suriye de emir gibi yaşarın dedim ve reddettim. Din bunların
yaptıkları değil. Din de zorlama yoktur. Bunlar zorluyorlar, olmaz ise
öldürüyorlar. Her şeyden önce insanız, ”açıklamasında bulunuyor.
Allah adının kullanarak insan katledilmesinin doğru olup
olmadığını, İslamiyet’in gerçekte bu kadar şiddet içerip içermediğini
soruyoruz;
“Radikalizmin tarihi bugünün
meselesi değildir çok eskiye dayanır. Hz. Osman’ı bile öldürdü bu radikaller.
Onlar da Müslüman’dı. Hz. Ali’yi bile öldürdüler daha sonra Hz. Hüseyin’i, İmam
Zeydi de öldürdüler. Bütün mezheplerin liderlerinin çoğu öldürüldü. İslam
tarihi boyunca radikalizm vardı, ancak bilim ortaya çıktığında, kabul
edildiğinde radikalizmin ortadan kaldırılması gerekti. Eğer cehalet egemen
olursa radikalizm var olarak yayılır. Çünkü cehaletin olduğu yerde kendini alim
sayanlar neredeyse Allah’ın yerine koyuyor kendini. Mahkemeyi kendisi kuruyor,
kararları kendisi veriyor. “onlar cennete, onlar cehenneme “ deme yetkisini
kendinde buluyor.
Peygamberimiz, hiçbir şekilde kim
olursa olsun bu şekilde konuşmasına izin vermemiştir. Suriye’de öldürülenler
yalnız Aleviler değil, ya da başka mezhepten gruplar değil yalnızca. Din
adamlarını, imamları bile öldürdüler, bunun en somut örneği Şeyh Buti olmuştur.
Şeyh Buti önemli bir bilim ve fıkıh insanıdır. Yalnız ve yalnız onlara
katılmadığı için kötü bir şekilde öldürülmüştür.
Benim oğlum Üniversite’den çıktı,
üstelik politika ve ekonomi okuyor. Hiçbir şekilde siyasetle uğraşmadı, silah
taşımadı. Öldürüldüğünde bile oruçluydu. Onu vurduklarında “Allahu-Ekber “ diye
bağırdılar. Ben oğlumun cenaze namazını kıldırdığımda, ben kendi adıma onları
bağışladım ve şöyle dedim: “Umarım utanmışlardır.” Bunun üzerine oğlumu
öldürenler telefonuma bir mesaj attılar “senin bizi bağışlamana ihtiyacımız
yok” diye.
Bunlar kendilerini yalnız insanların
kalbini değil aynı zamanda beynini de kontrol etmek istiyorlar. Ve insanları
yalnız ve yalnız kendi mezheplerinden olduğu zaman kabul ediyorlar. Oysa Allah
hiçbir zaman insanı Müslüman olmaya ya da başka bir şeye zorlamamıştır. Herkes
kendi istediği dini seçmesinin özgürlüğü vardır. Peygamber şunu demiştir: “ Hiç
kimseye bir şey zorlama, sen yalnız ve yalnız beni hatırla çünkü sen onlar
üzerinde egemen değilsin.”
“Oğlumun öldürülmesinden sonra
Başbakan Erdoğan’a şifahi bir mesaj gönderdim, “umarım bu fitne ve bu pislik
Türkiye’ye yayılmaz bulaşmaz. Sen ülkene ve bize, bütün bu radikallerin gelmesi
için sınırlarını açtın. Oysa tıpkı Ömer ve Ali Medine’yi bu insanlara açtığı
gibi, onlar nasıl Ali’yi öldürdülerse aynı şekilde bunlar da onu yapıyor,” dedim.
Türk halkları, Suriye halkları,
Müslümanlar, Hristiyanlar, laikler, dinsizler. Laikler asla dinsiz değildir,
dikkat ederseniz onu ayırıyorum. Çünkü ben biliyorum o kadar laikler var ki
yüzde yüz inançlı insanlar. Sosyalist insanlar var yüzde yüz inançlılar. Dinsiz
olmak başka bir şey insanların koyduğu yasalar başka bir şey. Dolayısıyla bu
karanlık düşünceyi ve karanlığı önlememiz için hep beraber birlik olmalıyız.
Biz kendimizi savunmuyoruz sadece Suriye’de, sizi de savunmaya çalışıyoruz.
Onun için siz bize destek olmak zorundasınız.”
Devletin dini İslam
diye bir şey olmaz
Ahmet Hassun devletin dininin
olamayacağını açık ifadelerle bize anlatıyor.
“Devletin değil halkın dini olabilir” diyor.
“Zaten öyle bir şey olamaz.
Devletin dini İslam diye bir kavram olmaz, ya da Hristiyan… Halkın dinidir
diyebiliriz, devlet yasalara dayalı bir sistemdir ve zorlama vardır. Örneğin Türkiye’ye gelen bir insan Türkiye’ye
Suriye’ye gelen bir insan Suriye yasalarına uymak zorundadır, inançları ne
olursa olsun.
İnançlar yüreklerdedir,
kalplerdedir. Devletler sistemdir yasadır, yasalara bağlılıktır. Oysa din,
inançtır, değerlerdir, ahlaktır, seçmedir. Bunların zorunluluğu yoktur, kendi
iradenle bunları seçersin. Dolayısıyla ben Türkiye’ye girdiğimde Türk yasaları
bana uygulanır, ama benim inançlarıma hiçbir Türk asla bir şey yapamaz. Dolayısıyla bazıları der hani, İslam dini ve
devleti. Karıştırıyorlar.
Peygamberler bile devlet kurmadı,
toplum oluşturdular, insanı oluşturdular, insan devleti yarattılar. Halife diye
bir şey yok, biz bu kavramı kullandık. Peygamber Kuran’da bile söylemedi
hilafet olacak diye. Peygamber bunu söylemediğine göre, bu siyasal partilerin
uydurmasıdır. Ne yazık ki bu siyasal partilerin yalnız bizim coğrafyada değil,
Avrupa’da Asya’da bile siyasi partilerin dini kullanmasıdır. Beş Avrupa ülkesinde
örneğin ‘Hristiyan Demokratlar’ diyoruz. Niye demokrat Hristiyan diyoruz,
demokrasiyi biz kurduk kavram olarak peki dini kim yaptı, biz değil Allah.
Dolayısıyla doğru kavram şu; Alman Demokratlar, Türk Demokratlar… Fakat İslami
Demokratlar diyemeyiz, dinsiz demokratlar diyemeyiz. Ahlakı, toplumu, insanları
ayırmış oluyoruz. Bu bizim yetkimiz değil, hakkımız değil. Allah tek başına
bilir kimin ne kadar inançlı olduğunu, biz tek yasanın altında hep birlikte
yaşıyoruz.
Soru şu; yasa din ile ne kadar
çelişir? Bu anlamda Allah ile konuşuyorsak, hayır çünkü yasanın bir tek görevi
var; insanın onurunu ve özgürlüğünü korumak. Bu yasa şemsiyesi altında, bu
türbanlıdır, bu değildir, bu namaz kılar, bu namaz kılmaz gibi… Yasa namaz
kılanı da kılmayanı da hepsini korumak zorundadır. Herkese aynı özgürlüğü
tanımak zorundadır. Sonra her şey Allah’a kalmıştır, Allah hesabını sorar.
Dolayısıyla dini partilerin (kendilerini öyle tanımlayan partilere) şöyle
söyleyeyim; din kıyafetini üzerine giymesin. Yani bir Başbakan ya da Bakan
olurken bunu din adına yapmasınlar. Biz Filistin’de de buna karşıyız, onlar
çünkü Yahudi bir devlet istediklerini söylüyorlar. Biz de istiyorlarsa
demokratik bir devlet istemelerini söylüyoruz. Bu devlet için de Filistinli
olan, Müslüman olan, Hristiyan olan, Yahudi olan tek bir çatı olsun o da
demokratik devlet. Dini kavramı kullandığımız an o zaman karşıt kavramlar
gelecek.
Dolayısıyla bence bu dini
kavramları kullanan, dini söylemleri kullanan bunlardan dolayı iktidar olan
siyasal dinci partiler ya da din adına yönetime gelenler çoğaldıkça, biz
küresel anlamda büyük tehlike ve büyük savaşla karşı karşıyayız. Yani Avrupa’da
şu tartışma yaşanıyor bir on yıldır; Sırplar dedi ki biz Ortodoks’uz, Bosna
dedi ki biz Müslümanız, Hırvatlar biz Katolik’iz dedi. Bende dedim onlara; siz
tekrar karanlık çağa döndünüz. Şimdi aynı şeyi ben İslam alemi için görüyorum.
Dolayısıyla bu kavramların ötesinde demokrat uluslar, demokratik toplumlar
kavramını kullanmamız lazım. Böyle bir toplumda, böyle bir ulusal kavramlarda
herkes özgür yaşama şansını kazanır. En önemlisi karşı tarafın inancını yaşama
hakkına mutlak saygı gösterir, biz insanı yaşatmak zorundayız.
Camileri, kiliseleri inşa etmeden
önce insan olarak yetişmeyi öğrenmeliyiz. İnsan, Allah’ın kutsal evidir.
Dolayısıyla yüz camiyi yıksan bile küçük bir çocuğu öldürmek Allah’ın huzurunda
daha günahtır. Dolayısıyla insanları çok kolay Allahu Ekber diye bağırarak
öldürenlere bin dört yüz yıl önce Peygamberimiz şunu söyledi; “Bütün Kâbe’yi
yıksanız bile, Allah huzurunda bir tek bebeği öldürmekten işiniz çok çok daha
kolaydır.” İşte gerçek budur.”
Şam Müftüsü İslam dünyasında Emir
olarak kabul edilir. Ahmet Hassun alim ve Emir olarak önce insan diyor hep.
İnsanı dinin ve tüm inançların önüne koyuyor. Önce insan vardı, sonra din geldi
diyor. Türkiye’de dinin siyasette kullanılmasına çok kızıyor. Siyasetçilerin
bir biçimde dini kullanmaktan uzak durmaları gerektiği söylüyor.
“ Ben Türkiye’nin hiçbir yerinde
dinsiz görmüyorum. Her zaman mümin insanlar gördüm, yani inançlı ama Müslüman
olduğunu söylemeyen insanlar var. Camiye gidenler var, namaz kılanlar var. Peki,
camiye gitmeyen insanların namaza inanmayan insanlar olduğunu söyleye bilir
miyiz?
Eyüp El-Ensari’ye gittiğinde
örneğin, ben orada şaşırdım yani orada toplumsal bir mozaik vardı. Namaz kılan
ya da kılmayan, Eyüp El- Ensari nasıl topladı bu kadar insanı? Çünkü Eyüp El-
Ensari asla bir mezhep savunmuyordu, bir gruba tabii değildi. Yani Türkiye,
Osmanlı döneminde Arap coğrafyasına yayıldığında, kendi mezhebini zorla dikte
etmedi. Tam tersi o zaman diğer mezheplere saygı gösterdi, oysa şimdi
baktığımızda siyasal parti kurucuları kendi ideolojisini, kendi kültürünü
topluma dikte etmeye kalktığında kesinlikle reddedilecektir.
İster dinsiz olsun, ister
Müslüman olsun hiç kimseye hiçbir şeyi zorla dikte ettiremezsin. Türkiye’deki
bütün insanların ne olursa olsun özgür düşünce ve özgürce yaşama biçimine saygı
göstermesi lazım. Ne olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun yasa budur, yasa
herkesin istediği gibi yaşaması özgürlüğüdür. Bir grup adına konuşursan, vatan
birliğine saygısızlık etmiş olursun. Din partilerinin sorunu bu, vatan
birliğine saygıları yok. Dolayısıyla bu partiler halkın sevgisini istiyorsa, o
zaman din adına giydiği o kutsallık kıyafetini giymekten vazgeçmek zorunda. Tek
bir kıyafet giymesi gerekiyor, insanlara hizmet. O zaman görecekler, herkes
onları sevecek.
Türkiye’de ekonomi gelişirse,
fakir yoksa herkes istediği eğitimi alıyorsa o zaman bütün mezhepler, bütün
etnik gruplar herkes mutlu bir şekilde yaşayabilir. İşte o toplumu yaratan bir
partiyi ben bile gidip seçerim. Bana saygı gösteren, onuruma saygı gösteren
insanı herkes sever. Biz bütün alemlerin rabbi diyoruz, Müslümanların rabbi
demiyoruz. Bütün dünyanın, bütün insanlığın rabbidir. Düşünün şimdi bütün dünya
ne kadar küçüldü, bir tuşa basmasıyla bütün dünyayı görüyor insanlar. Önemli
olan vatan sevgisidir, Allah sevgisidir, insanın kendi özgürlüğüne saygısıdır.”
Şam Müftüsü Ahmet Hassun konuştukça gerçek
din, olması gerektiği şekli alıyor. Din ile devleti, siyaseti tamamen ayırıyor.
Şeriat devleti kurmak isteyenlere, ‘Peygamberimiz bile devlet kurmadı, topluluk
oluşturdu’ diyerek sert bir tokat vuruyor. Engin bilgisi ile insanı, doğayı ve
yaşamı net bir şekilde kavramış olduğu güvenini veriyor bana.
Ben ilk kez bu kadar yaşamın
içinde olan bir din adamı ile sohbet ediyordum. İlk kez İslam dini karşıma
insan odaklı olarak çıkıyordu. Etkilemişti beni. Keşke dedim kendi kendime,
ülkemde de Ahmet Hassun gibi din alimi ortaya çıkarsa da, din bezirganlarının
gerçekte ne kadar sahtekar olduğunu herkese açık seçik olarak anlatsa…