31 Ekim 2013 Perşembe

Şam müftüsü Erdoğan'a din dersi vermiş



 


                “Peygamber efendimiz bile devlet kurmadı”
  
Şam müftüsü Ahmet Bedreddin Hassun ile Şam kentinin güvenlikli bir bölgesinde görüştük.  Renkli, kişiliği ve sıcak yaklaşımları ile güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Bizi görür görmez, Erdoğan’ı anlatmaya başladı ve gülümseyerek; “Rahmetli Erbakan beni uyarmıştı, “Erdoğan’a dikkat et” demişti, Erbakan ile çok kez buluştum ama en önemlisi Libya ve İran’da iki önemli buluşmam oldu.  Uyarılarında haklı çıktı. En son 2010’da Erdoğan ile görüştüm. Devlet Başkanı Beşar Esad’a mesaj göndermişti. Başkana ilettiğim de ‘ Başkan  “ Aman Allah korusun bizi Erdoğan’dan” dedi.”

Bir görüşmede Erdoğan, “Aleviler ve Dürziler Müslüman mı?” diye sormuş Ahmet Hassun’a. Gülümseyerek anlatıyor; “ din bilgisi çok zayıf. Oturup anlattım. Aleviler nereden geldi, Sünniler nereden geldi, Nusayriler nereden geldi, mezhepler nereden geldi, Sünni tarafından mezhepler  (Hanbeli, Şafii, Hanefi) nereden geldi? Dürziler nereden geldi, Aleviler çıkıp geldikleri yerden sonra başka neler oldu? Hepsini anlattım,” diyor.
Erdoğan’ın dini bilgisinin çok az olduğunu söylüyor Ahmet Hassun, “ her şeye kendi partisinin ideolojisi içinden baktığını” acı bir gülümsemeyle dile getiriyor. “Ben onu annesi öldüğünde aradım başsağlığı diledim. Ancak o oğlum öldürüldüğünde kesinlikle aramadı, başsağlığı dilemedi. Beklemiyordum ama bilinsin istiyorum,” diyor.

Başbakan Erdoğan’ı İstanbul belediye başkanlığı döneminden beri tanıdığını söyleyen Hassun: “Erdoğan benim Şam’ı terk edip, Türkiye’ye gelmemi istedi. Ancak ben Türkiye de köle gibi yaşamaktansa, Suriye de emir gibi yaşarın dedim ve reddettim. Din bunların yaptıkları değil. Din de zorlama yoktur. Bunlar zorluyorlar, olmaz ise öldürüyorlar. Her şeyden önce insanız, ”açıklamasında bulunuyor.

Allah adının kullanarak insan katledilmesinin doğru olup olmadığını, İslamiyet’in gerçekte bu kadar şiddet içerip içermediğini soruyoruz;

“Radikalizmin tarihi bugünün meselesi değildir çok eskiye dayanır. Hz. Osman’ı bile öldürdü bu radikaller. Onlar da Müslüman’dı. Hz. Ali’yi bile öldürdüler daha sonra Hz. Hüseyin’i, İmam Zeydi de öldürdüler. Bütün mezheplerin liderlerinin çoğu öldürüldü. İslam tarihi boyunca radikalizm vardı, ancak bilim ortaya çıktığında, kabul edildiğinde radikalizmin ortadan kaldırılması gerekti. Eğer cehalet egemen olursa radikalizm var olarak yayılır. Çünkü cehaletin olduğu yerde kendini alim sayanlar neredeyse Allah’ın yerine koyuyor kendini. Mahkemeyi kendisi kuruyor, kararları kendisi veriyor. “onlar cennete, onlar cehenneme “ deme yetkisini kendinde buluyor.

Peygamberimiz, hiçbir şekilde kim olursa olsun bu şekilde konuşmasına izin vermemiştir. Suriye’de öldürülenler yalnız Aleviler değil, ya da başka mezhepten gruplar değil yalnızca. Din adamlarını, imamları bile öldürdüler, bunun en somut örneği Şeyh Buti olmuştur. Şeyh Buti önemli bir bilim ve fıkıh insanıdır. Yalnız ve yalnız onlara katılmadığı için kötü bir şekilde öldürülmüştür.

Benim oğlum Üniversite’den çıktı, üstelik politika ve ekonomi okuyor. Hiçbir şekilde siyasetle uğraşmadı, silah taşımadı. Öldürüldüğünde bile oruçluydu. Onu vurduklarında “Allahu-Ekber “ diye bağırdılar. Ben oğlumun cenaze namazını kıldırdığımda, ben kendi adıma onları bağışladım ve şöyle dedim: “Umarım utanmışlardır.” Bunun üzerine oğlumu öldürenler telefonuma bir mesaj attılar “senin bizi bağışlamana ihtiyacımız yok” diye.

Bunlar kendilerini yalnız insanların kalbini değil aynı zamanda beynini de kontrol etmek istiyorlar. Ve insanları yalnız ve yalnız kendi mezheplerinden olduğu zaman kabul ediyorlar. Oysa Allah hiçbir zaman insanı Müslüman olmaya ya da başka bir şeye zorlamamıştır. Herkes kendi istediği dini seçmesinin özgürlüğü vardır. Peygamber şunu demiştir: “ Hiç kimseye bir şey zorlama, sen yalnız ve yalnız beni hatırla çünkü sen onlar üzerinde egemen değilsin.”

“Oğlumun öldürülmesinden sonra Başbakan Erdoğan’a şifahi bir mesaj gönderdim, “umarım bu fitne ve bu pislik Türkiye’ye yayılmaz bulaşmaz. Sen ülkene ve bize, bütün bu radikallerin gelmesi için sınırlarını açtın. Oysa tıpkı Ömer ve Ali Medine’yi bu insanlara açtığı gibi, onlar nasıl Ali’yi öldürdülerse aynı şekilde bunlar da onu yapıyor,” dedim.

Türk halkları, Suriye halkları, Müslümanlar, Hristiyanlar, laikler, dinsizler. Laikler asla dinsiz değildir, dikkat ederseniz onu ayırıyorum. Çünkü ben biliyorum o kadar laikler var ki yüzde yüz inançlı insanlar. Sosyalist insanlar var yüzde yüz inançlılar. Dinsiz olmak başka bir şey insanların koyduğu yasalar başka bir şey. Dolayısıyla bu karanlık düşünceyi ve karanlığı önlememiz için hep beraber birlik olmalıyız. Biz kendimizi savunmuyoruz sadece Suriye’de, sizi de savunmaya çalışıyoruz. Onun için siz bize destek olmak zorundasınız.”

Devletin dini İslam diye bir şey olmaz

Ahmet Hassun devletin dininin olamayacağını açık ifadelerle bize anlatıyor.  “Devletin değil halkın dini olabilir” diyor.

“Zaten öyle bir şey olamaz. Devletin dini İslam diye bir kavram olmaz, ya da Hristiyan… Halkın dinidir diyebiliriz, devlet yasalara dayalı bir sistemdir ve zorlama vardır.  Örneğin Türkiye’ye gelen bir insan Türkiye’ye Suriye’ye gelen bir insan Suriye yasalarına uymak zorundadır, inançları ne olursa olsun.
İnançlar yüreklerdedir, kalplerdedir. Devletler sistemdir yasadır, yasalara bağlılıktır. Oysa din, inançtır, değerlerdir, ahlaktır, seçmedir. Bunların zorunluluğu yoktur, kendi iradenle bunları seçersin. Dolayısıyla ben Türkiye’ye girdiğimde Türk yasaları bana uygulanır, ama benim inançlarıma hiçbir Türk asla bir şey yapamaz.  Dolayısıyla bazıları der hani, İslam dini ve devleti. Karıştırıyorlar.

Peygamberler bile devlet kurmadı, toplum oluşturdular, insanı oluşturdular, insan devleti yarattılar. Halife diye bir şey yok, biz bu kavramı kullandık. Peygamber Kuran’da bile söylemedi hilafet olacak diye. Peygamber bunu söylemediğine göre, bu siyasal partilerin uydurmasıdır. Ne yazık ki bu siyasal partilerin yalnız bizim coğrafyada değil, Avrupa’da Asya’da bile siyasi partilerin dini kullanmasıdır. Beş Avrupa ülkesinde örneğin ‘Hristiyan Demokratlar’ diyoruz. Niye demokrat Hristiyan diyoruz, demokrasiyi biz kurduk kavram olarak peki dini kim yaptı, biz değil Allah. Dolayısıyla doğru kavram şu; Alman Demokratlar, Türk Demokratlar… Fakat İslami Demokratlar diyemeyiz, dinsiz demokratlar diyemeyiz. Ahlakı, toplumu, insanları ayırmış oluyoruz. Bu bizim yetkimiz değil, hakkımız değil. Allah tek başına bilir kimin ne kadar inançlı olduğunu, biz tek yasanın altında hep birlikte yaşıyoruz.

Soru şu; yasa din ile ne kadar çelişir? Bu anlamda Allah ile konuşuyorsak, hayır çünkü yasanın bir tek görevi var; insanın onurunu ve özgürlüğünü korumak. Bu yasa şemsiyesi altında, bu türbanlıdır, bu değildir, bu namaz kılar, bu namaz kılmaz gibi… Yasa namaz kılanı da kılmayanı da hepsini korumak zorundadır. Herkese aynı özgürlüğü tanımak zorundadır. Sonra her şey Allah’a kalmıştır, Allah hesabını sorar. Dolayısıyla dini partilerin (kendilerini öyle tanımlayan partilere) şöyle söyleyeyim; din kıyafetini üzerine giymesin. Yani bir Başbakan ya da Bakan olurken bunu din adına yapmasınlar. Biz Filistin’de de buna karşıyız, onlar çünkü Yahudi bir devlet istediklerini söylüyorlar. Biz de istiyorlarsa demokratik bir devlet istemelerini söylüyoruz. Bu devlet için de Filistinli olan, Müslüman olan, Hristiyan olan, Yahudi olan tek bir çatı olsun o da demokratik devlet. Dini kavramı kullandığımız an o zaman karşıt kavramlar gelecek.

Dolayısıyla bence bu dini kavramları kullanan, dini söylemleri kullanan bunlardan dolayı iktidar olan siyasal dinci partiler ya da din adına yönetime gelenler çoğaldıkça, biz küresel anlamda büyük tehlike ve büyük savaşla karşı karşıyayız. Yani Avrupa’da şu tartışma yaşanıyor bir on yıldır; Sırplar dedi ki biz Ortodoks’uz, Bosna dedi ki biz Müslümanız, Hırvatlar biz Katolik’iz dedi. Bende dedim onlara; siz tekrar karanlık çağa döndünüz. Şimdi aynı şeyi ben İslam alemi için görüyorum. Dolayısıyla bu kavramların ötesinde demokrat uluslar, demokratik toplumlar kavramını kullanmamız lazım. Böyle bir toplumda, böyle bir ulusal kavramlarda herkes özgür yaşama şansını kazanır. En önemlisi karşı tarafın inancını yaşama hakkına mutlak saygı gösterir, biz insanı yaşatmak zorundayız.

Camileri, kiliseleri inşa etmeden önce insan olarak yetişmeyi öğrenmeliyiz. İnsan, Allah’ın kutsal evidir. Dolayısıyla yüz camiyi yıksan bile küçük bir çocuğu öldürmek Allah’ın huzurunda daha günahtır. Dolayısıyla insanları çok kolay Allahu Ekber diye bağırarak öldürenlere bin dört yüz yıl önce Peygamberimiz şunu söyledi; “Bütün Kâbe’yi yıksanız bile, Allah huzurunda bir tek bebeği öldürmekten işiniz çok çok daha kolaydır.” İşte gerçek budur.”

Şam Müftüsü İslam dünyasında Emir olarak kabul edilir. Ahmet Hassun alim ve Emir olarak önce insan diyor hep. İnsanı dinin ve tüm inançların önüne koyuyor. Önce insan vardı, sonra din geldi diyor. Türkiye’de dinin siyasette kullanılmasına çok kızıyor. Siyasetçilerin bir biçimde dini kullanmaktan uzak durmaları gerektiği söylüyor.

“ Ben Türkiye’nin hiçbir yerinde dinsiz görmüyorum. Her zaman mümin insanlar gördüm, yani inançlı ama Müslüman olduğunu söylemeyen insanlar var. Camiye gidenler var, namaz kılanlar var. Peki, camiye gitmeyen insanların namaza inanmayan insanlar olduğunu söyleye bilir miyiz?

Eyüp El-Ensari’ye gittiğinde örneğin, ben orada şaşırdım yani orada toplumsal bir mozaik vardı. Namaz kılan ya da kılmayan, Eyüp El- Ensari nasıl topladı bu kadar insanı? Çünkü Eyüp El- Ensari asla bir mezhep savunmuyordu, bir gruba tabii değildi. Yani Türkiye, Osmanlı döneminde Arap coğrafyasına yayıldığında, kendi mezhebini zorla dikte etmedi. Tam tersi o zaman diğer mezheplere saygı gösterdi, oysa şimdi baktığımızda siyasal parti kurucuları kendi ideolojisini, kendi kültürünü topluma dikte etmeye kalktığında kesinlikle reddedilecektir.

İster dinsiz olsun, ister Müslüman olsun hiç kimseye hiçbir şeyi zorla dikte ettiremezsin. Türkiye’deki bütün insanların ne olursa olsun özgür düşünce ve özgürce yaşama biçimine saygı göstermesi lazım. Ne olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun yasa budur, yasa herkesin istediği gibi yaşaması özgürlüğüdür. Bir grup adına konuşursan, vatan birliğine saygısızlık etmiş olursun. Din partilerinin sorunu bu, vatan birliğine saygıları yok. Dolayısıyla bu partiler halkın sevgisini istiyorsa, o zaman din adına giydiği o kutsallık kıyafetini giymekten vazgeçmek zorunda. Tek bir kıyafet giymesi gerekiyor, insanlara hizmet. O zaman görecekler, herkes onları sevecek.

Türkiye’de ekonomi gelişirse, fakir yoksa herkes istediği eğitimi alıyorsa o zaman bütün mezhepler, bütün etnik gruplar herkes mutlu bir şekilde yaşayabilir. İşte o toplumu yaratan bir partiyi ben bile gidip seçerim. Bana saygı gösteren, onuruma saygı gösteren insanı herkes sever. Biz bütün alemlerin rabbi diyoruz, Müslümanların rabbi demiyoruz. Bütün dünyanın, bütün insanlığın rabbidir. Düşünün şimdi bütün dünya ne kadar küçüldü, bir tuşa basmasıyla bütün dünyayı görüyor insanlar. Önemli olan vatan sevgisidir, Allah sevgisidir, insanın kendi özgürlüğüne saygısıdır.”

Şam Müftüsü Ahmet Hassun konuştukça gerçek din, olması gerektiği şekli alıyor. Din ile devleti, siyaseti tamamen ayırıyor. Şeriat devleti kurmak isteyenlere, ‘Peygamberimiz bile devlet kurmadı, topluluk oluşturdu’ diyerek sert bir tokat vuruyor. Engin bilgisi ile insanı, doğayı ve yaşamı net bir şekilde kavramış olduğu güvenini veriyor bana.

Ben ilk kez bu kadar yaşamın içinde olan bir din adamı ile sohbet ediyordum. İlk kez İslam dini karşıma insan odaklı olarak çıkıyordu. Etkilemişti beni. Keşke dedim kendi kendime, ülkemde de Ahmet Hassun gibi din alimi ortaya çıkarsa da, din bezirganlarının gerçekte ne kadar sahtekar olduğunu herkese açık seçik olarak anlatsa…