İNSANLIK DRAMI
ÇÖP TOPLAYIP, ÇÖP İÇİNDE YAŞIYORLAR
Başkent Ankara’nın Balgat/ Çukurambar semtinde milyon
dolarlık binalar arasında yaşam mücadelesi veren insanlar yürekleri sızlatıyor.
Çulun içindeki aslanlar, çöp toplayıp satarak çöp içinde yaşıyorlar.
Başkentin orta yerinde bir insanlık
dramı yaşanıyor. Yoksulluk insanlığın sınırlarını değil yürekleri sızlatıyor, .
Yıkıp paramparça ediyor. Çocukların gözlerindeki ışık öfkeye dönüşmüş, tüm umutları neredeyse tükenmiş. Henüz yaşamın ne olduğunu bile anlamadan, yaşamın gerçekleri bir hançer gibi küçücük
göğüslerine saplanmış. Ecevit’in bir zamanlar yazdığı gibi “ çulun içindeki
aslan” bu çocuklar. Aslanın öfkesini
taşıyorlar.
Yaşam diye bu çocuk yaşlarında, yalnızca
açlık ve sefaleti tanımışlar. Toplumdan dışlanmışlıklarının da ötesinde bir
parça ekmek ile tutunmaya çalışıyorlar, yenik düştükleri dünyaya. Yarına
ilişkin umutlarını bu günden tüketip, gizlendikleri karanlıkta ayak diretmeye
çalışıyorlar. İnsanlık bir kez daha yıkılıyor, Ankara’nın milyon dolarlık
konutlarının, iş merkezlerinin yanı başında.
Bir yoksulluktan bir yoksulluğa
göç etmişler. Umut diye geldikleri Başkent Ankara’nın orta yerinde belki de son
umutlarını da tüketmişler.
Buradaki ailelerden ilki,
Çöplerin arasından işe yarar diye topladıkları çöpleri satıp, çöplerle birlikte
yaşıyorlar. Ev diye oturdukları dört duvar arasında Elektrik ve sudan yoksun
bir yaşam. Her yan kir pas içerisinde. Ailelerden biri iki çocuklarıyla
yıkıntılar arasında, sağdan soldan buldukları döküntülerin üzerinde hayatlarını
sürdürmeye çalışıyorlar. Simsiyah bir tencere sahip oldukları yegâne yemek
kapları. Buldukları hemen her şeyi bu tencerede pişirmeye çeviriyorlar.
İkinci ailenin de farkı yok
ilkinden. Onlar da, elektriği ve suyu olmayan, yıkılmaya yüz tutmuş bir
gecekonduda, altı çocuklarıyla yaşıyor.
Odaların duvarları simsiyah, her yanı açık, buz gibi hava içeride duvarları
yalıyor. Birkaç çul, yatağa benzer bir yığıntı dışında ve boş bir mutfak. Üst
üste yatıp kalkarak gün tüketiyor insanlar burada. Bir de bu viraneye kira
ödüyorlar. Bu harabeden bile kira alan, ölü soyucu vicdansızların eline
düşmüşler. Kâğıt ve plastik toplayıp, yemeyip içmeyip yan yana getirdikleri üç
kuruşu kira diye bu harabeye veriyorlar.
Bir tek yeşil kartları varmış
devletten aldıkları, onu da kaybetmişler. Kandırıldıklarının farkındalar, tek
kuruş sosyal güvenlik pirimi ödeyecek halleri yok. Okula gidiyor evin büyük
kızı Hasret. Okulda; yoksulluğunun, açlığının, sefaletinin nedenlerini
öğrenecek belki de. Bir kez daha yüreği sızlayacak büyük bir olasılıkla, yenik
doğduğu bu yaşamda, kendisine düşenleri öğrendiğinde.
Bu insanlar depreme değil, yaşama
yenik düşmüşler. Dünya yıkılmış üzerlerine. Çırpınışları, çaresizliğe dönüşmüş.
Ne güvenleri balmış nede bir beklentileri. Hasret koymuşlar çocuklarının
adlarını, belki de güzele olan özlemlerini yaşatmışlar, gelecek diye
belledikleri çocuklarında.
Yoksulluktan kaçmışlar
Gaziantep’ten. Kaçmışlar da, kurtulamamışlar. Yoksulluk kader gibi sinsice
peşlerine takılmış. Kurtulmaya çalışmışlar, olmamış, devlet demişler, umut
bağlamışlar, olmamış. Çırpındıkça
batmışlar. Umudu yitirip, öfkeye geçmişler.
Hani zenginleşmiştik, hani
Türkiye büyük ülkeydi. Bu iki aile ne
olup bittiğinin farkında bile değil belki. Kendilerine söylenen masalları
dinlememiş de olabilirler.
Bu ülkeyi yönetenlerin bu
insanlık dramı karşısında sessiz kalmaları insanlık adına daha da utanılacak
bir durum. Umudu kırılmış bu çocukların,
her gün biraz daha büyüyen öfkeleri, ülkeyi yönetenlerin vurdumduymazlıklarının
peşini asla bırakmayacak. Ve bu çocukların öfkeleri gök gibi gürleyip, kâbus
gibi çökecektir üzerlerine.