25 Mart 2010 Perşembe

YAŞAM BİZİ YENDİ!

Yaşam çok hızlı akıyor. Çoğu zaman yakalamakta güçlük çekiyoruz. Kimi zaman ise verdiğimiz kararlar yaşamın devinimi karşısında yetersiz kalabiliyor. İçinde yaşadığımız koşulları dikkate alarak olaylar karşısında duruş belirliyoruz. Köşeler çizip davranış kalıpları oluşturuyoruz. O an için, yaptıklarımız bize doğru gibi geliyor. Geçekte de, doğrudur. Ama bir süre sonra öyle bir zaman geliyor ki, çizdiğimiz çerçeveler, yaptığımız tanımlar, oluşturduğumuz kalıplar, süreci dolduramıyor. Bir eksiklik, bir yetersizlik olanca sancısıyla kendisini dayatıyor.

Bu değişime direniyoruz ilk başlarda. Önceki belirlemelerimize sadık kalmaya, daha değişim için uygun zemin olmadığını düşünmeye yöneliyoruz. Tutarlı olmak kendisini dayatıyor. Tutarlı olmak gerek ve ilk adımda hemen duruşu değiştirmemek gerek… Ama yaşam ayak diretiyor. Kendi kalıplarımız dar gelmeye, bizi boğmaya başlıyor. Yeni baştan her şeyi düşünmeye, yaşananları tartmaya koyuluyoruz. Sorgu üstüne sorgu yapıyoruz. İşin kolayına kaçmadan yeni baştan her şeyi didikliyoruz. Yaşama karşı kararlarımızın direnemediğini görüyoruz kimi zaman. Bazen ise biz direnememişizdir, yaşam karşısında.

Her iki sonuçta da, değişmesi gereken bir şeylerin olduğu ortaya çıkar. Ya kendimizi yada kararlarımızı değiştireceğiz. Artık arada başka çıkar yok kalmamıştır.

Özellikle insan ilişkilerinde böylesi kararsızlıklar yaşarız. Aldatılmak, yanıltılmak, harcanmak bizi kırar. Bunu biliriz ve fırsat vermemek için çaba gösteririz. Ama hep yeni baştan bunlara düşeriz. Yanıltılırız, kandırılır ve harcanırız. Öfke duyarız, tepki gösteririz kendi kendimize. Özensizliğimize ve dikkatsizliğimize kızarız. Hele de çok güvendiğimiz insanlardan gelirse bu tavır, çok daha yıpratıcı olur bizim için. En zayıf yerimizden hançerlenmiş gibi hissederiz kendimizi. Güvendiğimiz için zayıfladığımızı düşünürüz. Dikkati bırakmış, gardımızı gevşetmişizdir.

İşte böylesi dönemlerde, daha önce verdiğimiz kararlarımızı, ilke olarak kabul ettiğimiz doğrularımızı sorgulamaya başlarız. Yaşama karşı yenilmişlerdir. Diğer bir ifade ile yaşam, bizim kararlarımızı, doğrularımızı yenmiştir. Omuzlarım çökmüş halimizle, öfkemizi denetlemeye çalışırız. Yüreğimizin derinliklerine hançer gibi bir sızı saplanır. Döner dururuz, anlamsızca. Küfrederiz aklımıza gelen her şeye. Laneti kavramlara sığdıramayız. Taşıdığımızı sandığımız değerler, lime lime olur, dökülür. İnsanı ve insanın insan olarak taşıdığı değerleri sorgularız,işin içine kendimizi de çekerek. Savaşın orta yerinde silahını kaybetmiş asker telaşıyla savrulup dururuz, anlamsız alanlara.

Böylesi zamanlarda sorgulanır, yaşamlar. İlkeler, doğrular. Her şey toz duman içerisinde kalır. Önemli olan böylesi dönemlerde, kendini olayların dışına çıkartarak, bakabilmektir. Zor bir iştir ama başkaca da sağlıklı bir duruş belirleme olanağı yoktur. Sakinleşilemez, kişiler ve yaşanılanlar birbirlerinden ayrıştırılamaz…

İnsan harcayan kişi aslında kendinden tüketiyordur. Harcadığı değer, kendi değeridir. Farkında olmadan, kendi taşıdığı kimi şeylerden vazgeçiyordur aslında. Bir süre sonra, tümüyle değerlerini kaybetmiş olarak çırılçıplak kalacaktır. Yoksunlaşacak ve yoksullaşacaktır. Kendisine yönelen öfkelere zaman bırakmayacaktır, kendi kulvarında tükenip giderken.

Ben deniz yıldızlarını tek tek yeniden denize atmaya devam ederken, o, seyredemeyecektir bile. Algısı yitik, değerleri paramparça olarak sindiği kovuğunda, olanca zavallılığı ile başbaşa kalakalacaktır.

Silkinip yaşama yeni baştan dönmek gerek. Yarım kalmış günü ve tüketilmiş aşkları yarına ertelemeden, bu güne sarılmak gerek. Umudu öfkesinden ayırıp, güneşin önüne koymak gerek. Adam gibi yaşamak gerek…
Zoru başarmak gerek…