27 Temmuz 2009 Pazartesi

SOLUN SORUNU-2

Yenide ne yapmalıyız…
1980 darbesi sonrasın da 2000’li yıllar, solun ezberinin tamamen bozulduğu yıllar oldu. Bu sürece kadar, bir biçimde varoluş çabası canlılığını korumuştur. Ancak umudun tükendiği süreç 2000’li yıllarda kendini koymaya başlamıştır. Artık sol adına hemen herkes, değişik bir tonla, yeni bir anlayışın gerekliliğini seslendirir olmuştur. Bu utangaç seslendiriş, sol adına arayışların düşünsel anlamda önünü açmış, artık tartışılmaz denilen pek çok kavramın bile tartışma gündemine alınmasına olanak yaratmıştır.
Sol adına tartışması, tartışmasız kavramlardan ve ilişkilerden bir biçimde kurtulunması, pek çok şeyin konuşulmasına ve yeni dünyada nasıl bir sol sorusuna ilişkin yanıt arayışlarına, hız kazandırmıştır. Devrim dendiğinde artık, nasıl bir devrim, Sosyalizm dendiğin hangi proletaryanın diktatörlüğü, örgüt dendiğin de nasıl bir örgüt sorusu hemen her birimden insanlar tarafından sorulmaya ve sorgulanmaya başlanmıştır.
Yaşam algıları yükselen ve yaşamı yeni düzleminde yakalama çabasında olan insanların, ön kabullerden çok bilginin yaşamla ilişkisi anlamında bir tavır geliştirme eğilimde oldukları, açıkça görünür olmuştur.
30 yıldır siyasal arenada bir biçimde adını duyuran, 80 öncesinin devrimci hareketleri, bunu istikrarlı bir gelişme olarak algılamaktalar. Zamanın yıkıcılığına karşı yalnızca isim ve inanç bazında düşük yoğunlukta direnmiş olmayı, neredeyse devrimle eşdeğer tutan bu yaklaşımların, elbetteki gelecek kaygıları asla olamaz. Bu anlayışlar gelecekten çok geçmişin telaşındadırlar. Geçmişi bu günde hangi boyutuyla olursa olsun yaşatmak - ki nostaljik olma ötesinde pratik aktiviteleri yoktur- gibi kendilerine temel amaç edinmiş, yaşanan siyasal depremlerin şamarından dersler alamamış bu yapıların, siyasal geleceğimizde yerlerinin olması bile düşünülemez. Bu sol kulüpler dar ve yaşlanmış üyeleriyle, dünün heybetli dönemlerinin psikolojik tatminiyle yetinmektedirler. Arada bir yaşanılan canlı sürece ilişkin laf söyleme zorunluluğu olmamış olsaydı, çok daha rahat ve mutlu olacaklardı. Yeni, bu anlayışları tedirgin etmektedir. Yeni insanı, yeni yaşamı ve yeni düzlemi, kendilerin eskisine dönük aldıkları için, haristirler. Acımasızca saldırıp, bir an önce yeniyi yıpratmaya ve ondan geçmişin referanslarıyla, kurtulmaya çalışırlar. Yiğitlik hikayeleri, onların düşlerinde hep canlıdır. Biz ile başlayan ve tamamen dünün harabeleri içerinde devan eden anılar atraksiyonuyla, genç insanları etkileyip psikolojik bir kazanım elde etmenin, neredeyse devrim olarak algılandığı bu anlayışta, istikrar ve ısrar önemlidir. Yayın mezarlığı Türkiye de tek sayfada olsa, tek bir kişi bile bu güne dönük referans alma amacıyla okumasa bile, yazılan her şey, yaşamla eşdeş tutulur. Anma günlerinin sayfalarını tükettiği bu yayınların, dünü bir biçimde bu güne hatırlatma dışında, geleceğe dönük bir kazanımda bulunulması zaten beklenemez Devrim haberlerinin kulaktan kulağa yayılarak, dün, bu günde olanca heybetiyle yaşatılarak, bu gün eski tanımını kaybeden devrime ulaşmanın olanağı yoktur.
Dünün ilişkilerini ve siyasasını bu günde yaşatmayı dayatanların, hayal kırıklığı dışında yeni yaşayabilecekleri bir şey yoktur.
Öncü savaşı nasıl verilecek, öncüler bu savaşta ne yapacaklar, burjuvazinin zayıf karnı neresi, emperyalizm hala mı can çekişiyor, kırlar mı şehirler mi, uydu mu? Mobesa kameralar, cep telefonları,TC kimlik numaraları... Ya PASS? Diyelim ki PASS’ı PAS geçtik, İnterneti ne yapacağız? Ya Almanya için ölçülü, hormonsuz domates üretenleri? Köylü mü diyeceğiz?
Sonra suni dengeyi nasıl kırmayı planlıyoruz? Veya suni olan bir denge kaldı mı? Ya işçi sınıfı, bizim öncü savaşımıza neden bu kadar uzak duruyor? Bu savaş öncülerin savaşı bizi bağlamaz mı diyor yoksa? Google mail grubundan ulaşılan yüz binlerce kişi, 28 milyon MSN adresi…
Öncüler, adına yola çıktıkları, öncülük yaptıkları gücü kaybettiler. O güç, karşıtına teslim oldu. Adına yola çıktıkları gücünü kaybeden öncüler, son bir iki yoklamalarından sonra güçsüz bir şekilde, şaşkınca kala kaldılar.
Yaşamın dinamizminde duygusallık asla yoktur. Her koşulda, bir biçimiyle kendini dayatan değişim, direnenleri, direnmeye çalışanları, ayak diretenleri acımasızca kendi kulvarının dışına atar. Onun için dün ne olduğunun çok bir önemi yoktur. Bu gün nesin ve neredesin. Dün bu anlamıyla yalnızca bu günde var olabilmenin veya olamamanın verilerini sunar. Var olmak etkin olmaksa, ve varım diyen hemen her güç, bu gün etkin değilse, yoktur. Yok üzerine politika yapılmaz. Yokta bir politik gelecek yoktur Dün doğru olunsaydı, bu gün o doğrunun kazanımlarının etkinliğini yaşamda olanca ağırlığıyla hissetmemiz gerekirdi. Bu gün hemen hiçbir alanda yaşamı belirleme, yönlendirme ve dönüştürme etkinliğinde değilken, dünle bu günde yeniden olmaya çalışmak, en iyimser ifadeyle, safdilliktir.
İddiasız insanların ve yapıların bu güne dayanmadan istedikleri her şeyin rüyasıyla yaşamayı tercih etmesi, mümkündür ve bizim sorunumuz değildir. Ancak dünü sahiplenmenin gerçek anlamı, bu günde ve gelecekte etkin bir şekilde var olabilmek ve yaşamı dönüştürme adına siyasal bir varoluşta içselleştirmektir.
Bu gün yaşama müdahale edebilecek güçten tamamen uzaksın.
Teknolojiye yabancısın.
Adına yola çıktığın güçten, ayrı düşmüşsün.
Halktan geridesin.
Yaşamdan kopmuşsun.
Sen öncülüğünü kaybetmişsin…
Yeni öncüler…
Görev sizin….