10 Mayıs 2009 Pazar

BU GÜNÜ OLMAYANLAR,DÜNE SALDIRIYORLAR

Son günlerde yaşanan tartışmalar kaygı verici bir boyuta doğru hızla gitmektedir. Bazı insanlar, nedenini anlayamadığım bir telaşla,düne ait değerlere, insanlara ve yaşanmışlıklara pervasızca yönelmeye koyuldular. Onlarca yıl sonra birden bire bu gün böylesi bir ilkesiz yönelimle karşımıza çıkan bu arkadaşların davranışlarının nedenini dünde değil, bu günde aramak gerektiğini düşünüyorum.
İndirgemeci bir mantıkla, düne yönelen bu arkadaşlar, yaşanan bir süreci kendi bütünlüğünden kopartarak bireye, bireyin yapıp etmeleriyle genele taşımaya çalışmaktalar. Bireyi genelleştirerek, sürecin tek belirleyicisi durumuna çıkartarak, sürece has olguları ve süreçte yer alan –kendileri de dahil- diğer tüm bireylerin kimlik ve üretkenliklerini yok sayarak kimi tespitlere kalkışmaktadırlar. Her tarihsel sürecin kendi özgünlükleriyle ve iradesel olmayan koşullarında belirleyiciliğiyle biçimlendiğini göz ardı ederek, hoyrat esnaf tavrıyla onurlu bir tarihsel süreci, harcamaya yönelmişlerdir. Bu tarihsel süreç ki, Türkiye devrimci mücadelesine ciddi katkılar sunmuş, özgün kimlik ve siyasal gelenek oluşturmuş, tarihteki yerini eylemleriyle ve çizgisiyle tartışılmaz kılmış bir hareketin surecidir.
Dün, doğrularıyla,yanlışlarıyla ve yükselttiği onurlu mücadelesi ile Türkiye’nin önemli bir tarihsel kesitine damgasını vurmuş, devrim tarihindeki onurlu yerini şehitleri pahasına almıştır.
Mücadele koşulları çetindir, yapı gizlidir ve süreç yaşamsaldır. Böylesi dönemler yanlış ve hataların gelişim koşullarını çok daha belirgin olarak bünyesinde kaçınılmaz olarak taşır. Genç yapıların, yeni biçimlenmiş oluşumların, üst düzey mücadele kararlılığında ki hareketlerin, biçimlenme süreçlerinde egemen olan inanç ve özveridir. Birikim ve oturmuşluk zamanla kazanılacak bir niteliktir.
Dün değerlendirilmesine girilirken tüm bunlar dikkate alınmalı ve zaman aşımı rehavetine ve cesaretine sığınılarak değil, etik değerler göz önüne alınarak yola çıkılmalıdır.
Dev sosyalist ülkelerin emperyalizm karşısında dağıldığı, onlarca örgütün atomize olduğu, yüzlerce insanın yaşamını kaybettiği bir tarihsel geçiş dönemini, en az yıpranmayla, en az hatayla atlatılması başarı olarak görülmelidir.
Hata kişinin yapısında vardır. Özellikle de bedeli ağır sorumluluklar üstlenmiş insanların yanlış yapmaları, böylesi özgün ve gergin dönemlerde çok daha olasıdır. Hatalar ve yanlışlar ayıklanırken, yaşanılan koşulların açılımı mutlak gereklidir. Bu yapılmadan, bu günden bakılarak bilgiççe yapılan değerlendirmeler hep yanlış olacaktır,olmaktadır. Bu gün, dünde yoktu çünkü. Dün de, bu günde. Olsaydı zaten başka bir şey olurdu ve biz tüm bunları tartışıyor olmazdık.
Öncelikle yapılması gereken bütünlüklü olarak sürece sahip çıkmaktır. Bu anlamıyla da taraf olmaktır. Kendi geçmişine saygı duyan her insan, kendine taraf olma adına bu süreçte taraf olmak durumundadır.
Savrulmuş yaşamların bir köşesine gizlenerek söz söylemenin ve söylenen sözlerin bir anlamı yoktur. Yaşamın orta yerinde durarak, yaşanılanları bir bütün olarak sahiplenerek bir tavra girilmelidir. Ortak bir yeni etrafında, yan yana gelme olanağı bulunmayanların, ortak yaşadıkları (kısa-uzun) tarihsel kesite, insafsız eleştirilerle yönelmelerini, düne ilişken bir kaygı olarak değil, bu güne dönük bir şeyler kazanma telaşı olarak algılamak gereklidir. Özelliklede yaşanılan dün ile onlarca yıldır hiçbir ilişkisi kalmayan kimi insanların, bu gün birden bire döne eleştirel yönelmelerini, dünün anlamı ile ilişkilendirmek çok mümkün görünmemektedir. Bu günde kimlik oluşturmakta sıkıntı yaşayanlar, 25 yıl önce yaşanılanlara vurarak bulundukları kulvarda sıçramaya çalışıyorlar.
Bir tarihsel süreci birlikte yaşayanlar, yan yana gelip bu süreci birlikte değerlendirebilirler. Doğruları yanlışları analiz edip, tarihle yüzleşebilirler. Bu yüzleşme sürecinde ortak değerlerde buluşanlar, yeni yaşamda da yan yana gelebilmek için yine ortak bir çabaya girebilirler. Ancak farklı kulvarların siperine yatmış insanların, bu anlamıyla yan yana gelerek ortak bir tarihsel süreci, bulundukları noktadan bağımsız olarak değerlendirebilmeleri çok olanaklı değildir.
Kişileri hedef tahtasına oturtarak, yaşanan ortak tarihsel süreci kirletmeye çalışmanın, devrimci anlamda tartışma veya değerlendirme ile hiçbir ilişkisi yoktur. Kişiler elbette ki önemlidir. Ancak bir tarihsel süreç değerlendirilirken kurgu tamamen bir kişi üzerine oturtuluyorsa ve har şey o kişi ekseninde açıklanmaya çalışılıyorsa, zaten o süreç paylaşılmış ortak bir süreçtir denemez. Böylesi bir yaklaşımda bulunan kişi, yaşanılan süreçte kendini ve kendi iradesini yok sayıyor demektir. Diğer bir ifade ile ‘ben o süreçte kimlik olarak yoktum, başkası veya başkaları vardı, tüm bu sürecin sorumlusu odur-onlardır’ demektir ki, buda devrimci bir kimlik taşınmadığının itirafıdır. Bu kişilerin değerlendirme ile işi olamaz.
Tarihe belge bırakmak ciddi bir iştir. Bu görev asli olarak, tarihsel sürecin tüm gelişme ve ilişkileriyle orta yerinde yer alan, süreci söyle veya böyle etkileme becerisine sahip insanların sorumluluğundadır. Uzak mevziden anı salvolarıyla, yüzleşme ve tartışmalardan kaçarak bir hareket ve tarihsel süreç değerlendirilemez.
Bu hareketin bütünlüklü tarihsel sürecine ilişkin arşivler, belgeler vardır. Toplantı tutanakları, genelgeler vb. şeyler varıdır. Açıklamalar, alınan tavırların kararları vardır. Her şeyden önce canlı tanıkları vardır. Bütün bunlar yok sayılarak bir değerlendirmeye kalkışmak asla doğru sonuçlar üretmez, doğru noktalara götürmez.
Bu yolda onlarca arkadaşımız düştü. Yüzlercesi mahpus yattı, işkence tezgahlarından geçti. On binlerce insan bu harekete umutlarını, yaşamlarını ve geleceklerini bağladılar. Bütün bunlar gözetilerek bir tarihsel değerlendirmeye gidilmelidir Ortak yaşadığımız, birlikte paylaştığımız, birlikte bedel ödediğimiz bu tarihsel süreçle yüzleşmek için yan yana gelip tartışmalıyız. Herkes eşit kimlikle ve eşit koşulla bu tarihsel yüzleşme sürecine katılmalı ve belge,bilgi ve tanıklıkların ışığında bu tarihsel süreci birlikte değerlendirerek, tarih sahnesinde ki yerine oturtmalıyız. Bu tarihsel yüzleşme kongresine, aynı süreci bir şekilde paylaşan tüm insanlar katılmalılar ve yapılacak tartışmalarla tüketilerek, süreç noktalanmalıdır.
Eğer Türkiye diye bir kaygımız hala var ise, hala mücadele diye bir kaygımız var ise, hala halkın özgürlük ve demokrasi mücadelesi diye bir kaygımız var ise, her şeyi yüreğimize dürüp tarihe bırakma yerine, yaşama taşıma gibi bir amacımız var ise, bunu yapmalıyız. Bu bizim kendimize ve tarihe karşı bir sorumluluğumuzdur.